Bizleri ünsiyet kurma duygusuyla mücehhez yaratıp, kimlerle nasıl ünsiyet kuracağımızı Kitâb-ı Kerîm’inde ve Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sünneti’yle öğreten Rabbimize hamd; örnek hayatıyla her husûsta olduğu gibi, ziyâretleşme ve misafirlik âdâbıyla ilgili de ümmetine yol gösteren Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e salât ve selâm olsun
Değerli Minhac Dergisi okuyucuları! “Âdâb” bahislerini işlediğimiz yazı serimizde bu sayımızdaki konumuz “ziyâret âdâbı” olacak, inşallâh.
Ziyâret kelimesi sözlükte: “Değer verilen birini ya da bir yeri görmeye gitmek” anlamında masdar olan, kökü zevr ile aynı anlamı taşıyan ve hem ziyâret etmeyi hem de ziyâret edeni tanımlayan bir kavramdır. Bayram, dâvet, düğün, hasta ve taziye ziyâretleri ile akraba, arkadaş ve dost ziyâretleri gibi bir sebebe bağlı olan ve olmayan çeşitleri vardır.
Biz yazımızda mekânlardan ziyâde insânlara yönelik ziyâret âdâblarını, Kur’ân’ı ve Sünnet’i esas alarak maddeler halinde açıklayacağız, inşallâh.
1. Niyet: “Kişiyi harekete geçiren şey, azim ve kasıt” olarak tanımlanan niyet, tüm ibâdetler için gerekli olup, niyetsiz olarak yapılan ameller ibâdet olarak isimlendirilmezler. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyetinin karşılığı vardır…” [Buhârî; Müslim] buyurmuştur. Buna göre her amel yapılış amacına, niyetine göre anlam ve değer kazanır. Niyet ile meşru bir amel harama tebdil edebilirken, yine niyet ile meşru âdet ve alışkanlıklar ibâdet hükmünü alabilir.
Müslümanlar arası ziyâretleşme ve akraba ziyâretleri dînen yapılması teşvik edilmiş meşru amellerdendir. Dolayısıyla yalnızca Allâh rızâsını gözeterek akraba ve Müslüman kardeşlerimizle olan dostluk bağlarımızı pekiştirmek ve üzerimizdeki haklarına dâir sorumluluklarımızı yerine getirmek gayesiyle yola çıkmamız, birinci âdâb kuralı olup, bize ecir kazandıracak bir ibâdettir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Adamın biri, bir başka köydeki (dîn) kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allâh Azze ve Celle, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek: ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. Adam: ‘Şu köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum’ cevâbını verdi. Melek: ‘O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?’ diye sorunca, adam: ‘Yok hayır, ben onu sırf Allâh rızâsı için severim, onun için ziyâretine gidiyorum’ dedi. Bunun üzerine melek: ‘Sen onu nasıl seviyorsan, Allâh da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allâh’u Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim’ dedi.” [Müslim]
Başka bir hadîste ise Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim, Allâh için bir hastayı veya bir Müslüman kardeşini ziyâret ederse, bir münâdî ona şöyle seslenir: Ne güzel ve ne hoş bir amel işledin. Bunu yapmakla senin yürüyüşünün ecri de güzel oldu ve Cennette kendine bir yer hazırladın.” [Tirmizi]
2. Haber vermek: İkinci âdâb kâidesi, ziyâret etmeye niyetlendiğimiz kimselere niyetimizi bildirmek şâyet uygun görüp kabul ederlerse gitmektir. Muhâtabın müsâit olmaması nedeniyle kabul etmeme hakkı vardır. Bunu anlayışla karşılamak ve ziyâreti uygun bir zamana ertelemek de âdâbdandır.
Haber vermeden gitmek icâb ettiği durumlarda ise kapının sağ veya sol tarafında durup girmek için izin istemek emredilmiştir. İzin verilmediği taktirde izinsiz içeri girmek haramdır. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler! Başkalarına âit evlere, sakinlerinin iznini almadan ve onlara selâm vermeden girmeyin. Böyle yapmanız, hakkınızda en hayırlı ve münâsip olandır. Umulur ki düşünür, hikmetini anlar ve buna göre davranırsınız.” [Nûr: 24/27]
Konuyla alakalı bir hadîste ise Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İzin istemek üç defâdır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.” [Buhâri]
3. Uygun vakitte gitmek: Ziyâret için, ziyâret edilecek kişileri sıkıntıya sokmayacak ve günlük meşguliyet ve sorumluluklarını aksatmalarına sebeb olmayacak münâsip bir zaman dilimini seçmek ve ziyâreti rahatsızlık verecek ölçüde uzun tutmamak da uyulması gereken âdâblardandır. Genel olarak; çalışma vakitleri, yemeğe dâvetli değilsek yemek ve uyku vakitleri ziyâretleşmek için uygun olmayan vakitlerdir. Bu vakitlerde âcil bir durum olmadıkça ziyâretleşmekten kaçınmak uygun olandır.
4. Selâm vermek: Ziyâret edilen haneye selâm vererek girmek, ziyâretleşme âdâblarının en önemlilerindendir. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler! Başkalarına âit evlere, sakinlerinin iznini almadan ve onlara selâm vermeden girmeyin. Böyle yapmanız, hakkınızda en hayırlı ve münasip olandır. Umulur ki düşünür, hikmetini anlar ve buna göre davranırsınız.” [Nûr: 24/27]
Rib’î b. Hirâş şöyle demiştir: “Benî Âmir’den bir zât Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem evde iken, ‘içeri gireyim mi?’ diye izin istemişti. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ise hizmetçisine: “Çık, bu adama izin istemeyi öğret. Önce ‘es-Selâmu aleykum’ desin, sonra ‘gireyim mi?’ diye sorsun” buyurdu. Adam Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu söylediklerini duyarak: ‘es-Selâmu aleykum, girebilir miyim?’ dedi. Bunun üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem izin verdi, o da içeri girdi.” [Ebû Dâvûd]
5. Mahremiyete dikkat etmek: Misafirlikte hem ziyâret edenin hem hane halkının mahremiyete dikkat etmesi farzdır. Müslümanlar için mahremiyetin gözetilmediği ortamlarda bulunmak câiz değildir. Keza evin içinde girmemize izin verilmeyen her alan da nâmahremdir ve bu alanlara girmek gibi dışarıdan bakmak da yasaklanmıştır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, izinleri olmaksızın insânların evinin içine bakarsa, gözünü çıkarmaları onlara helâl olur.” [Müslim]
6. Ziyârette konuşulacak konular: İlk madde de belirttiğimiz gibi ziyâretleşme kişilerin niyetlerine göre nitelik kazanır. Müslümanın ise ziyâret amacı ne olursa olsun sonuç olarak hedeflediği şey insânlarla ülfet ve ünsiyet kurmak, parçası olduğu topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmek ve neticede Rabbinin rızâsına vasıl olmaktır. Niyet bu olunca ziyârette paylaşılacak konular, yapılacak konuşmalar ve sergilenecek tavırlar da bu niyeti destekleyici mahiyette olmalıdır. Aksi halde, fitneye yol açacak konuşmalar ve tavırlar sergilendiği takdirde; Müslümanlarla kaynaşmak ve rızâ-i ilâhiyi elde etmek umuduyla çıktığımız yolda uhuvvete zarar vermek ve şeytanları sevindirmek kaçınılmaz olacaktır.
7. İkrâmı kabul etmek ve ikrâm sâhibine dûa etmek: Ziyâret edilen hanede yapılan ikrâmları kabul etmek ve ikrâmdan sonra teşekkür etmek ve ev halkına dûa etmek de önemli âdâblardandır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim, bir ihsâna mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin, bulamazsa, verene teşekkürde bulunsun. Zîrâ onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur.” [Tirmizî, Ebu Dâvud] Başka bir hadîste ise: “Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana: ‘Cezâkellâhu hayr / Allâh sana hayırlı mükâfat versin!’ derse teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur” buyurmuştur. [Tirmizî]
8. Yapılması teşvik edilmiş olan ziyâretler:
a) Hasta ziyâreti: Hasta ziyâreti, hastanın hâl ve hatırını sormak, gönlünü almak ve gücü yettiğince ihtiyaçlarını karşılamak demektir. Bu çerçevede hasta ziyâreti müekked sünnettir. Vâcib olduğu görüşünde olan âlimlerimiz de bulunmaktadır. Bir hastayı, hiç kimse ziyâret etmez ve ihtiyaçlarını karşılamazsa, orada yaşayan bütün Müslümanlar bundan sorumlu olurlar. Böylece tıpkı aç olanı doyurmak gibi hasta ziyâreti de farz-ı kifâye hükmünü alır.
Berâ b. Âzib radîyallâhu anh şöyle demiştir: “Rasûlullâh bize hasta ziyâretini, cenâzenin arkasından gitmeyi, aksırana ‘yerhamukellâh’ demeyi, yemin edenin yeminini yerine getirmesini, haksızlığa uğrayana yardım etmeyi, dâvet edenin dâvetini kabul etmeyi ve selâmı yaygınlaştırmayı tavsiye etti.” [Buhârî, Müslim]
Kudsî bir hadîste ise hasta ziyâretinin önemine binâen: “Falan kulum hastalandı da sen onu ziyâret etmedin, etseydin beni onun yanında bulacaktın” buyurulmuştur. [Müslim]
Hastaya dûa etmek ve onu teselli edecek sözler söylemek ziyâretin âdâblarındandır. İbn Abbâs radîyallâhu anh şöyle demiştir: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, hasta bir bedevîyi ziyâret etmişti. Her hastayı ziyâret ettiğinde yaptığı gibi onu da ‘geçmiş olsun, hastalığın günahlarına keffâret olur inşallâh’ diyerek teselli etti.” [Buhârî]
b) Taziye ziyâreti: Sözlükte “başa gelene sabretmek” anlamındaki azâ kökünden türeyen ta‘ziye “bir kimseyi sabır ve tahammüle teşvik etmek, acılarını paylaşmak” demektir. Yapılması sünnet olan ziyâretlerdendir. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Başına bir musibet gelene tâziye ziyâretinde bulunan kimseye musibete uğrayanın sevabı kadar sevab verilir.” [Tirmizîc) Sıla-i rahim ziyâreti: Sıla-i rahim terim olarak “kan bağı ve evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını yaşatma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyâret etme” şeklinde açıklanmaktadır. Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey insânlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allâh’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz ki Allâh, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” [Nisa: 4/1]
İslâm âlimleri bu ve benzeri âyetler ile konu ilgili hadîslere dayanarak sıla-i rahmi gözetmenin vâcib ve sıla-i rahme riâyetsizliğin haram olduğunu bildirmiştir. Kurtubî rahîmehullâh bu husûsta İslâm ümmetinin ittifakının bulunduğunu ifâde etmiştir. Sıla-i rahim bağını devam ettirmek için ziyârette bulunmak kuvvetli sünnetlerdendir. [el-Câmiu li Ahkâm]
d) Dâvete icâbet: Dînen sakıncalı durum içermeyen meşru dâvetlere icâbet etmek müekked sünnetlerdendir. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Biriniz bir düğün yemeğine dâvet edilirse, böyle bir dâvete icâbet etsin.” [Müslim] “Her kim dâvete icâbet etmez ise gerçekten o, Allâh’a ve Rasûlüne isyân etmiş olur. Oruçlu olsa bile, icâbet eder ve dûada bulunur. Eğer oruçlu değilse yer ve dûa eder. Eğer (özürsüz) yemez ise günahkâr olur ve cefa etmiş bulunur.” [Müslim]
Misafir ağırlama âdâbı: Ziyâret; ziyâret eden ve edilen olmak üzere iki taraf arasında gerçekleşen bir eylemdir. Buraya kadar kısaca aktardığımız bilgiler, ziyâret edenin riâyet etmesi gereken âdâblardı. Bundan sonra ise ‘ziyâret edilen’, başka bir ifâdeyle ‘misafir ağırlayan’ Müslümanların riâyet etmesi gereken âdâblara değinip yazımızı sonlandıralım, inşallâh.
Rivâyetlere göre misafir geleneğini başlatan ilk insân, İbrâhîm aleyhisselâm’dır. Kendisine insân sûretinde melekler geldiğinde henüz onların kim olduklarını ve neden geldiklerini dahi öğrenmeden, onlara ikrâm etmek üzere semiz bir buzağı sunmuştu. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de atası İbrâhîm aleyhisselâm’ın bu âdetini sürdürüp İslâm öncesi dönemde bile misafirperverliğiyle tanınmıştı. Kendisine ilk vahiy geldiğinde yaşadığı haşyet haliyle Hatice vâlidemize gidince, Hatice vâlidemiz kendisine endişe edecek bir durum olmadığını; Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e misafire ikrâm eden, akrabayı koruyup gözeten bir kimse olduğunu söyleyerek onu teskin etmişti.
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, yüksek ahlâkı gereği varlıkta da yoklukta da misafir kabul etmiş ve ümmetine de tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa misafirini iyi ağırlasın. Bunun uygun süresi bir gün ve bir gecedir. Misafirlik (hakkı) üç gündür, bundan sonra (misafire ikrâm) sadakadır. Misafirin de ev sâhibini sıkıntıya sokacak kadar onun yanında kalması helâl olmaz.” [Buhâri] Başka bir hadîste ise: “Misafir ağırlamayan kimsede hayır yoktur” demiştir. [Ahmed]
Misafir ağırlama ile ilgili âdâblar kısaca şöyledir:
- Geçerli bir mazeret olmadan misafiri reddetmemek.
- Evini misafirin rahat edebileceği şekilde hazırlamak.
- Misafiri güler yüzle karşılamak.
- Misafire oturacağı yeri göstermek.
- Misafirin hâl ve hatırını sorup ilgilenmek.
- Misafirin konuşulmasından hoşnut olmayacağı rahatsızlık verici mevzuları açmamak ve konuşmamak.
- Misafirin mahremiyetini gözetmek özel eşyalarına dokunmamak.
- Allâh Azze ve Celle’nin kendisine bahşettiği nimetlerin iyisinden misafire ikrâm etmek.
- İhsân ve ikrâmlarda yalnızca Rabbin rızâsını gözeterek gösteriş, riya ve kendini, ehlini zora sokacak israftan kaçınmak.
- Misafire ziyâreti sebebiyle memnuniyetini bildirmek ve kapıya kadar eşlik etmek.
Beşerî münâsebetleri devam ettirmenin, pek çok dîni ve dünyevî maslahatı elde etmenin en güzel ve en kolay yolu olan ziyâretleşme, şüphesiz hayatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Bu sebeble âdâbına riâyet ederek onu gerçekleştirmeyi ve bizden sonraki nesillere de edepleri edindirme noktasında örneklik etmeyi önemsemeliyiz. Unutmayalım ki, hayra önderlik yapan kimse, o hayrı yapanların ecri kadar ecir alır.
Rabbim her dâim niyetlerimizi ve amellerimizi rızâsına muvâfık kılsın.
Allâh’a emânet olun.
Selâm ve duâ ile…
Ümmü Elif