En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın ismiyle…
Bizlere duâ nimetini bahşeden el-Mucîb olan Rabbimize hamd olsun. Salât ve selâm, makbul duâsını ümmeti için saklayan Nebimiz aleyhisselâm’ın, onun pak âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Allâh’u Teâlâ’nın izni ve inâyetiyle bu yazımda sizlere Kur’ân-ı Kerîm’deki Yûnus aleyhisselâm kıssasından ve duâ kavramından bahsetmeye çalışacağım. Kıssaya geçmeden evvel “duâ” kavramını inceleyelim.
Duâ
Lugat manası itibari ile duâ “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” demektir. Istilâh manası ise, kulun kendini aciz ve muhtaç hissederek, bütün benliğiyle Allâh’u Teâlâ’ya yönelip maddî-manevî isteklerini ve korkularını yahut halini Rabbine niyaz etmesidir. Hülasa duâ Allâh’u Teâlâ ile kul arasında bir irtibat olup, mütemadiyen bir tâzimi, tazarruyu ve isti’âneyi içeren yüce bir ibâdettir. Duâ talebî ya da haberî olarak iki şekilde gerçekleşebilir.
1) Talebî duâ: Kulun istekleri için Rabbine niyazda bulunmasıdır. Bakara Sûresi’nin son âyetini buna örnek verebiliriz: “Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” [Bakara: 2/286]
2) Haberî duâ: Kulun arz-ı hali, durumunu Rabbine itiraf etmesidir. Âdem, Yûnus ve Eyyûb aleyhimusselâm gibi birçok peygamberin halini arz ettikleri duâları buna örnek verilebilir.
Kul, duâ ederek, el-Karîb olan Allâh’u Teâlâ ile kurbiyet kurar ve derdini arz eder. Rabbinin murakabesi altında olduğu bilinciyle hareket ederek her anında O’na sığınıp yardım dilemektedir. Bize bizden yakın, ihtiyaçlarımızı en iyi bilen, her halimize muttali ve yüceler yücesi olan Allâh’u Teâlâ; kulluğun özü ve iliği olan duânın gerekliliğini vurgulayarak şöyle buyurmaktadır: “Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” [Furkan: 25/77]
Bu meyanda asırlardır duâsı okunan Yûnus aleyhisselâm’ı ve kıssasını mercek altına alalım.
Yûnus Aleyhisselâm
Yûnus aleyhisselâm Kur’ân-ı Kerîm’de ismi dört defa zikredilen bir peygamberdir ve kendi adıyla indirilmiş müstakil bir sûre de yer almaktadır. Enbiyâ Sûresinde “zu’n-nun”, Kalem Sûresinde “sahibu’l-hut” yani “balık sahibi” manasında ifade edilmektedir. Bu tanımlar, “büyük balık” anlamına gelen nûn ve hût kelimelerine zû/sâhib kelimelerinin muzâf kılınmasıyla türemiş birer isimdir. Yûnus aleyhisselâm’ın böyle anılmasına, büyük bir balık tarafından yutulması ve bir süre onun karnında kalması sebep olmuştur. Rabbimiz Yûnus aleyhisselâm’ı âlemlere üstün kıldığını da şöyle bildirmektedir: “İsmail’i, İlyas’ı, Yûnus’u ve Lut’u da doğru yola eriştirdik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.” [Enam: 6/86]
Yûnus aleyhisselâm’ın kavmi, diğer toplumlardan ayrılan bir özelliğe sahip olup azap gelmeden evvel imân ederek bu imânları kendilerine yarar sağlamıştır. “Yûnus’un kavmi dışında, (azap geldiğinde) imân edip de imânı kendisine fayda sağlayan bir kavim olsaydı ya!” [Yûnus: 10/99]
Yûnus Aleyhisselâm’ın Kavmi İle İmtihanı
“Şüphesiz Yûnus da gönderilmiş elçilerdendi. Hani o yüklü bir gemiye kaçmıştı. Böylece kuraya katılmıştı da kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu oysa o kınanmıştı. Eğer tesbih edenlerden olmasaydı balığın karnında insanların dirilip kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken, onu sahile attık. Ve üzerine sık-geniş yapraklı türden bir ağaç bitirdik. Onu yüz bin veya daha fazla olan bir topluluğa gönderdik. Sonunda ona imân ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.” [Saffat: 37/139-148]
“Allâh, Yûnus aleyhisselâm’ı Musul şehrine yakın bir şehir olan Ninova halkına peygamber olarak göndermiştir. Yûnus aleyhisselâm, insanları hak dine davet etmesine rağmen, onlar inkarlarında ısrar etmişler ve onu dinlememişlerdir. Yûnus aleyhisselâm bunun üzerine oradan ayrılmış ve Allâh’ın üç gün sonra göndereceği bir azabı haber vermiştir. Ninova halkı azabın kendilerine mutlaka geleceğini anlayınca çoluk çocuklarını ve hayvanlarını alarak çöllere açılmışlar ve orada Rablerine yalvararak göndereceği azabı kendilerinden kaldırmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Allâh’u Teâlâ da duâlarını kabul edip azabı kendilerinden kaldırmıştır. Yûnus aleyhisselâm ise kavminin inkarcılığını görünce, onları bırakıp bir gemiye binerek oradan uzaklaşmak istemiş, gemi dalgalara tutulmuş yükünün ağırlığından dolayı batıp boğulacaklarını anlayınca yolcular aralarında kura çekerek içlerinden birini denize atmaya karar vermişler, kura Yûnus’a çıkmış, Yûnus’u denize atmamak için kurayı üç defa tekrar etmişler, hepsinde de kura Yûnus’a çıkmış, bunun üzerine Yûnus aleyhisselâm kendisini denize atmıştır…” [Taberî Tefsiri: 7/103]
“Allâh’u Teâlâ balığa onun kılına bile zarar verme. Çünkü ben senin karnını ona hapishane kıldım. Onu sana yiyecek olsun diye vermedim diye ilham etti.” [El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân]
Yûnus aleyhisselâm ile ilgili âyetlerin sibakı, peygamberliğinde maruz kaldıkları zorlukları ve bütün bunlara rağmen teblîğ görevlerini yaptıkları ile ilgili örnekleri içermektedir. Bu da Yûnus aleyhisselâm’ın peygamberlik görevini ifâya başlayıp bu konuda büyük çabalar gösterdiğine ve bu yüzden de direnişle karşılaşmış olduğuna bir delil olabilmektedir. Ayrıca kurtuluşuna vesile olan esas da hatasını anlayarak pişmanlık duyması ve onun sık sık yaptığı zikirler, tesbihler ve Allâh’u Teâlâ’yı güzel sıfatlarla yücelten duâları olmuştur. Rabbimiz, lütfu keremiyle Yûnus aleyhisselâm’ın sahile çıktığı yerde hem onu gölgelendirmiş hem de haşerâtın rahatsızlık vermesinden koruyarak; geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen Yaktin adlı bir ağaç bitirmiştir.
Yûnus Aleyhisselâm’ın Duâsı
“Ve karanlık içinde ‘Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!’ Dedi bunun üzerine onun duâsını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte Biz, müminleri böyle kurtarırız.” [Enbiyâ: 21/87-88]
Yûnus aleyhisselâm içinde bulunduğu bu zor ve sıkıntılı şartlar altında bile, her zaman olduğu gibi istiğfâr ve duâyı ganimet bilmiş, tesbîh ve zikirden geri kalmamamıştır. Yûnus aleyhisselâm’ın tevekkülü ve Rabbini zikretmesi, kurtuluşuna vesile olmuştur. Bu hali, kendisi için büyük bir rahmet ve nimet olmuştur. Bu duâ hakkında Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Yûnus aleyhiselâm’ın balığın karnındayken yaptığı duâyı hiçbir müslüman bir iş için yapmamış olsun ki Allâh’u Teâlâ onu kabul etmemiş olsun.” [Tirmizi]
Yûnus aleyhisselâm’ın darlıkta yaptığı duâya icabet edilmesinin sebebi onun genişlikte de Allâh’u Teâlâ’yı çokça zikretmesidir. Nitekim insanın genişlikte haddini aşması darlıkta ise Allâh’u Teâlâ’ya yönelmesi gafil insanların en belirgin özelliklerindendir. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.” [Fussilet: 41/51] Ancak Allâh’u Teâlâ’nın salih kulları böyle değildir. Onlar genişlikte Rabbine yönelip onu çokça tesbih ettikleri gibi darlıkta da bunun bir imtihan gereği olduğunu bilerek, ona göre Rahmân’ın hükmüne rıza gösterip sabrederler. Kişi darlıkta duâlarına icabet edilmesini istiyorsa genişlikte Allâh’u Teâlâ’ya çokça yönelerek O’nu tesbih etmelidir. Bu hususta icabet edilecek duânın tarifini Nebimiz aleyhisselâm şöyle bildirmiştir: “Kim sıkıntılı durumlarında duâsının kabul edilmesinden ve sıkıntısının giderilmesinden hoşlanırsa, rahat ve bolluk durumlarında çokça duâ etsin” [Hâkim]
Dersler ve Hikmetler
- Rahatlık anında yapılan ibâdetin, sıkıntı ve zorluk anında kurtuluşa sebep olduğunu görebiliriz. İnsanlar sadece zor günlerinde değil de her anında Rabbini zikrederek yaşamalıdır. Yûnus aleyhisselâm her döneminde Allâh’u Teâlâ’yı tesbih edip yücelttiği için Allâh’u Teâlâ da zor günlerinde onu yalnız bırakmamıştır. Rabbimize yapacağımız zikir ve duâyı, sıkıntılı ve zor anlara hapsetmeden, hayatın her alanına yaymalıyız. Hayatın her noktasına dokunan Nebimiz aleyhisselâm’dan tevarüs eden zikirlerle ve me’sur duâlarla dillerimizi ıslatmalıyız.
- Kıssa, sıkıntı ve kederle boğuşan kul için ye’se düşmemesi adına önemli mesajlar içerir. Nitekim kulluk sorumluluğunu yerine getirenlerin, necat bulacağı bildirilir. Kişi, imtihan dünyasında zaman zaman Yûnus aleyhisselâm gibi içindeki manevî çöküntünün ve derin karanlıkların içerisinde yalnız kalabilir. Bunalımlar, iflaslar, hastalıklar, çeşit çeşit acılar, terkedilişler gibi olaylar yaşayabilir. Bu vaziyette kul için dert ve tasa Yûnus aleyhisselâm’ı yutan balık mesabesindedir. Kurtuluş ise samimi bir duâ ile mümkündür. Unutulmamalıdır ki kişi için en çaresiz hal, çareye en yakın olduğu haldir ve zifiri karanlığın peşine güneş yeryüzünü aydınlatır. Nefsine rahmeti yazan Rabbimizin, merhametinden ve yardımından ümit kesmemek gerekir. Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz, sıkıntılı durumun değişeceği zaman yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe düşmesine güldü.” [İbni Mace]
- Muhim olan husus hiç hata yapmamak değil; hatadan ders çıkarmak, ısrar etmemek ve hemen tevbe ile kulluk istikametine dönmektir. Hata, insan içindir. Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Her Âdemoğlu çokça hata eder. Çokça hata edenlerin en hayırlısı çokça tövbe edenlerdir.” [Tirmizi] Bu hususta Yûnus aleyhisselâm gibi Âdem aleyhisselâm da tevbesiyle bize örnek olmuştur. Günahını kabul etmeyip istikbarında ısrar eden, iblis ise lanet ile anılarak insanlığa ibret numunesi olmuştur. Bu bağlamda Rabbimiz imân edenlerin özelliğini sıralarken şöyle buyurmuştur: “Onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler.” [Al-i İmrân: 3/135]
- İnsanların bulundukları konuma göre cezaları değişkenlik gösterebilmektedir. Nitekim Yûnus aleyhisselâm hemen cezalandırılmış ve üst üste musibetlere uğramıştır. Oysa normal bir insanın işleyeceği böyle bir hatanın karşılığı daha hafif olabilirdi. Kulların durumlarına göre ceza ve mükâfatların artabileceğini şöyle bildirilmiştir: “Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allâh’u Teâlâ’ya göre kolaydır. Sizden kim, Allâh’u Teâlâ’ya ve Rasûlü’ne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.” [Ahzap: 33/30-31] Bu durumun, kavminin önünde olup, örneklik teşkil eden âlimler ve davetçiler için de geçerli olduğu söylenebilir.
- Yûnus aleyhisselâm’ın bir balık tarafından yutulması ve o karanlık âlemden sağ olarak çıkabilmesi, Rabbimizin kudretine göre elbette kolaydır. Her cenini annesinin karnında belirlenen süreye kadar muhafaza eden ve o karanlık ve dar âlemde onları rızıklandıran, sonra zamanı gelince gün ışığına çıkaran Rabbimiz, bir peygamberini de yine kendi emrinde olan bir balığın karnında muhafaza eder ve zamanı gelince kullarının ibret alması için gün yüzüne çıkarır. Mevdûdî, bir insanın, bir balığın karnında hayatta kalıp kalamayacağı hakkındaki tartışmalara, güncel bir örnekle cevap vermeyi uygun görmüştür: “Bu âyetle ilgili olarak bazı rasyonalistler balığın karnında bir insanın yaşayamayacağını öne sürdüler. Ancak ne ilginçtir ki, rasyonalizmin ana vatanı sayılan İngiltere’de 1891 yılının Ağustos ayında ‘Star of East’ adındaki bir balıkçı teknesi, balık avlamaya çıkar. Balıkçılar yaklaşık 20 fit uzunlukta 5 fit genişlikte ve tam 100 ton ağırlığında olan bir balinayı yakalarlar. Balinayı yakalamak için mücadele ettikleri bir esnada ‘James Bartly’ adlı bir balıkçı denize düşer ve balina da onu yutar. Ertesi günü aynı balina ölü olarak bulunduğunda, balıkçılar onu güç bela tekneye çekerek karnını yararlar. Arkadaşları ‘James Bartly’yi balığın karnından diri olarak çıkardıklarında, balığın onu yutmasından bu yana tam 60 saat geçmiştir.” [Tefhîmü’l Kur’ân]
- İslâmî mücadelede davet, uzun ve yorucu bir süreçtir. Bu meşakkatli yolda kavmimizden işeteceğimiz eziyet verici sözlere karşın; “kızıl develerden daha hayırlı” olan müjdeye nail olmak için, davet ve irşatta sabırlı olmak gerekmektedir. Bilhassa hikmetli davet erleri insanların teveccühüne ilitifat etmeyip, dünyevî sonuçlarına odaklanmadan davalarına dört elle sarılmalıdırlar. Hatta muhatap oldukları kavmin menfi davranışlarına karşı öfkelenmeden, şefkat ve rahmet nazarıyla onlara muamele etmelidirler. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Allâh’ın rahmeti sayesinde onlara karşı yumuşak oldun. Şayet kaba, katı kalpli biri olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlar için bağışlanma dile.” [Al-i İmran: 3/159]
- Mücadele meydanını bırakmayıp, yılmadan sebatkar olmanın önemi vurgulanmıştır. Bilhassa ekserisi tevhîdin cahili olan bir kavimle yaşayan bizlerin, cehdini en son ana kadar sürdürme sorumluluğu bulunmaktadır. Şeriat’ın izin verdiği ruhsatlar müstesna, davet sahasını terk etmek; peşinden kınamayı ve cezayı gerektirmektedir. Dünyada ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olmamak için şirkin yeryüzünde daha fazla yayılmasına kayıtsız kalınmamalıdır. Tebliğ mücadelesini ifâ edenlerin, toplumlarından kendilerini soyutlamamaları gerekir. Sabırla sebat edip, Allâh’u Teâlâ’nın nusretini düşünerek ve sorumluklarının bilincinde; zorluklarla karşılaşınca hayırlara daha fazla iştirak edilmelidir. Adaletsizliğin, ahlâksızlığın, fitne ve fesadın kol gezdiği yerküre; karanlıklar içinde kalmış, İslâm’ın aydınlığına muhtaç huzuru gözlemektedir. Bâtıl kitlesel yayılıp, yığınları etkisi altına aldığı için; birr ve takvâ üzere yardımlaşıp davetin sesini gür sedayla çıkaracak hikmetli adımlar atılmalıdır. Ayakları yere sağlam basan, acelecilikten uzak teenni ile hareket eden sadıklarla hareket edilmelidir. Peygamberlerin pak davetinden yüz çevrildiği bir asırda; İslâm’ın içtimai boyutunu görmezden gelip, köşesine çekilen ve davetten elini eteğini çeken muvahhîdler, kendilerini hangi karanlığın kuşatacağından emin olmamalıdırlar.
- Çağımızda kendi acziyetinden bihaber cahil ve gafil insan; psikolojik rahatsızlıklarla ve ruhsal problemlerle boğuşmaktadır. Rabbinden kendisine hayır takdir olunmuş ve duâ ile rızıklanmış kul ise şah damarından yakın olana firar eder ve halini itiraf eder. Böylece derdini, sıkıntısını anlattıkça rahatlar; iç huzuru ve sekineti elde eder. Elbette burada bahsettiğimiz duâ, âdeten yapılan rutin bir eylem değildir. Bilakis şuurla yapılmış, içinde derin havf ve recâ ihtiva eden yakînî bir niyazdır. “Kabul edileceğine kesin inanarak Allâh’a duâ edin. Ve iyi bilin ki, Allâh ne istediğinden gafil ve umursamayan bir kalbin duâsını kabul etmez.” [Tirmizi]
Sonuç
Mü’minin her halinde duâ olmalı, işleri duâ ile başlamalı ve duâ ile neticelenmelidir. Yoksa müşriklerin yaptığı gibi sadece zorda kaldığı vakitlerde dine-duâya sarılmamalıdır. Nitekim çaresiz kaldığında her kulun kalbinin derinliklerinde, zaten Rabbine yönelme eğilimi fıtrî olarak bahşedilmiştir. Buna mukabil duâyı sermaye bilen bahtiyar kullar ise yakarış, huşû, ümit ve korku halinde el-Mucîb olana münâcâtta bulunmalıdırlar.
Zulmü meslek edinen, lanetli, peygamber katili, terör devleti İsrail’in pervasız saldırıları ile Filistin halkı Gazze’de âdeta balığın karnında gibi sıkışmıştır. Zahiren tüm maddî sebeplerin tükendiği bu halde kurtuluş parolasını; duâ ile Allâh’u Teâlâ’ya yönelmek ve O’na tevekkül etmek ile olduğuna yakînen inanmalıyız. “Duâ, mü’minin silahıdır.” [Hâkim] hadisini umde edinerek; tüm mazlumlar için ve hassaten Filistin halkı için gecenin son üçte birinde ellerimizi semaya uzatmalıyız. Şüphesiz yardım ve başarı el-Müsteân olan Allâh’u Teâlâ katındadır.
Duâmız
Şekvamız günahlarımız, niyazımız Nebimiz aleyhisselâm’ın Ebu Bekir es-Sıddîk radıyallâhu anh’a öğrettiği bu duâ olsun: “Allâh’ım! Ben kendime çok zulmettim. Günahları bağışlayacak ise yalnız sensin. Allâh’ım beni katından bir mağfiretin ile bağışla bana merhametin ile muamele buyur. Şüphesiz sen Gafur ve Rahim olansın” [Buhari]
Allâhumme âmin …
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…
Alaaddin Cihad