Tevhîdi emreden ve şirki nehyeden el-Ehad ve el-Vahid olan Rabbimizin ismiyle…
O’na hamd eder, O’ndan mağfiret dileriz. O’dur, kullarına rahmet eden, rahmetinin tecellilerini dileriz. O’dur, zalimlerden intikam alan, zalimlerden ve zulümlerinden O’na sığınırız. O’dur, tevhîd elçileriyle tevhîd dâvetini tebliğ ettiren, biz de o hak dâveti kabul edenler olarak; tüm tevhîd elçilerine ve hassaten dâvetin son elçisi olan Nebîmize, O’nun pak âline ve ashabına salât ve selâm ederiz.
Değerli Minhâc Dergisi okurları!
Dergimizin bu sayısı dâvete ayrılmış olduğundan biz de bu sayıda tevhîd dâvetine kısaca bir değinip, ardından da güzide bir tevhîd dâvetçisi olan Nûh aleyhisselâm’ın hayâtından bahsedeceğiz, inşallâh.
Nusret ve muvaffakiyet en-Nasîr olan Rabbimizdendir.
TÜM DÂVETÇİLERİN İLK VE ORTAK DÂVETİ: TEVHÎD DÂVETİ
Tevhîd dâvetinin kaynağı beşerî değil, bilakis ilâhîdir. Bu hak dâvet, kulların sahibinin kullarına olan dâvetidir. Bu dâvetin sahibi, dâvetini tevhîd davetçilerini göndererek yaptırmıştır. Kavimleri yalanlayıp, alay etseler de tüm dâvetçiler, kendilerinden gelmediklerini; Âlemlerin Rabbi tarafından gönderildiklerini belirterek, ortak mesaj olan tevhîdi kavimlerine iletmişlerdir.
“Kavminden ileri gelenler (Nûh’a); ‘biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz’ dediler. (Nûh ise onlara:) ‘Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim’ dedi.” [A’râf: 7/61]
“(Hûd onlara:) ‘Ey kavmim! Ben, beyinsiz değilim; fakat ben, âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim’ dedi” [A’râf: 7/67]
“(Sâlih onlara:) ‘Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (bana verilen) apaçık bir delîl üzerinde isem ve O, bana kendinden bir rahmet (olarak peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsi olursam beni Allâh’tan (ve O’nun azâbından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız’ dedi.” [Hûd: 11/63]
Tevhîd dâveti, reddi de içerdiğinden; dâvetçiler bâtıl ilâhlardan beri olduklarını net olarak ortaya koymuşlar ve kavimlerini de bu redde çağırmışlardır.
“(İbrâhîm:) ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allâh’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allâh’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim’ (dedi.)” [En’âm: 6/78-79]
“Andolsun ki Nûh’u elçi olarak kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum’ dedi.” [A’râf: 7/65]
“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). ‘Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız? dedi.” [A’râf: 7/65]
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). ‘Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delîl gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insânların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır’ dedi.” [A’râf: 7/85]
Tevhîd dâvetçileri net olarak; “Allâh’a kulluk ve ibâdet edin, başkalarına değil; Allâh’a teslim olup itaat edin, başkalarına değil; Allâh’a inâbe edip yönelin, başkalarına değil…” diyerek Allâh ile birlikte başkalarının olamayacağı hakîkatini içeren tevhîd dâvetini kavimlerine açıklamışlardır. Fakat bu dâvet, müşriklere ağır gelmiş ve onlar muhtelif bahanelerle bu hak dâveti kabul etmemişlerdir. Hatta daha da ileri giderek, kabul edilmesinin de önüne geçmişler ve de kabul edenlerle kıyasıya mücâdele etmişlerdir.
Tevhîd dâvetinde iki taraf dikkat çeker. Birincisi, Âlemlerin Rabbi Allâh’tır. O ki doğmamış ve doğrulmamış olup, her şeyin tek sahibidir. İkincisiyse, O’ndan başkalarıdır. Bu başkaları; canlı-cansız, soyut-somut olmuş ve de olabilmektedirler. Nasıl olurlarsa olsunlar, hangi ismi alırlarsa alsınlar, tevhîd dâveti bâtıl ilâhları redde çağırmış ve çağırmaktadır. Ancak “karşı cephe” her seferinde bu mesaja mesâfeli durmuş, onu iletene de onu gönderene de karşı çıkmış, insânları kandırmak için her türlü sözü söylemekten çekinmemişlerdir.
“Kâfirler, îmân edenlere: ‘Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim’ derler. Hâlbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.” [Ankebût: 29/12]
Tevhîd dâveti, hak inancı, pak hayâtı ve övülmüş ahlakı insânlara sunduğunda; karşı cephe, kendilerinde olanla yetindiler. İnançlarından dönmediler, yaşantılarını bırakmadılar ve kötü ahlaklarını değiştirmediler. Kâfir atalarının “şirk dîni” onlara doğru gözüktü. Onların dînine, onların inanç ve yaşantılarına, onların gelenek-görenek ve yasalarına körü körüne bağlandılar. Doğrunun ve yanlışın, güzelin ve çirkinin ölçüsü olarak sapkın atalarını kabul ettiler. Onların düşüncelerini, ilkelerini ve doktrinlerini tevhîd mesajının önüne geçirerek hüsran yolunu tercih ettiler. Kendilerini ve toplumlarını ebedî ateşe sürüklediler. İnatçı, kibirlilerin sonu ne kötü!
“İşte böyle! Gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer vardır.” [Sâd: 38/55]
Tevhîd dâvetinde, dâvetin merkezine tevhîd yerleşerek bu dâvetin özünü oluşturur. Bu mübârek dâvet, renk olarak ifâde edilecek olsa saf beyazdır deriz; en ufak bir leke olmayan tertemiz bir beyaz. Karşısında müşrikî cephe ise kopkoyu bir siyah. Nasıl ki beyazın içine siyah karışsa artık rengi değişir ve grileşirse, Muvahhîdlerin kalpleri ve hayâtları şirk karışmamış apaktır.
Tevhîd dâveti, ayrıştıran fârukî bir dâvettir. Tevhîdi şirkten, Muvahhîdi müşrikten ayırır. İlk îmân edenler, bu dâveti kabul ettiklerinde kavimleriyle safları ayrılmıştır. Allâh onlardan râzı olsun, Yasir ve Sümeyye, tevhîdi ikrar edince kavimlerinin onlara bakışı değişmiş, kinleri ve düşmanlıkları başlamış, şehidliğe ulaşana dek zulme uğramışlardır.
Tevhîd dâveti “Lâ ilâhe illallâh” ile hayâta yansımış; “kelime-i tevhîd” birbirini sevenlerin sevgi bağını çözmüştür. Evlatları babalarından ayıran bu dâvet “ayrıştıran bir söz” olarak tüm zamanlarda tevhîd dâvetini kabul edenlerle atalar dîninin bağlılarını birbirinden ayırmıştır.
Tevhîd dâveti, görünür görünmez putları yıkmış ve yıkmaya çağırmıştır. Bu mübârek dâvet, tûğyân ehliyle asla uzlaşılmayacağını, tûğyân sâhiblerine asla taviz vermeyeceğini örnekleriyle bizlere göstermiştir. Tevhîd, şirkin kökünü kazımak ister ve bu kazıma tamamlanıncaya kadar da şirkle hiçbir şekilde uzlaşmaya yanaşmaz. Şirke ve müşriklere karşı net bir tavır sunar.
“Fitne (şirk) ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur.” [Bakara: 2/193]
Tevhîd ehli, bu sözün sadece zikir çekilen bir söz olmadığının bilinciyle, bu söz ile kıyâma kalkmıştır. Bu söz, Muvahhidlerin kıyâmının başlangıç sözü olmuş ve halen de öyledir. Bu söz, nice yatanları kaldırmış, nice ölü gönülleri diriltmiştir. Tevhîd dâvetçileri de bu söze dâvet ederlerken oturmamışlar, gece-gündüz yılmadan tevhîd dâvetini insânlara sunmuşlar, bu sözün hâkimiyeti için ter döküp, can vermişlerdir.
Tevhîd dâveti, Muvahhîdleri eyleme teşvik etmiş; dâvet, hicret ve cihâd ile Muvahhîdler sürekli hareket halinde olmuşlardır. Tevhîd ehlinin amacı bu dünyâda rahat yaşamak olmamış; bilakis onlar, tevhîd dâvâsının eri olarak bu dâvânın galibiyeti için çalışmışlar ve kazanmışlardır. Hiç şüphesiz kazananlar, dâima Allâh’ın taraftarları olmuş ve olacaktır. O zamandan bu zamana, tüm zamanlarda anlaşılması gerekli olanları anlayanlarla anlamayanlar, hatta anlamamak için direnenler arasındaki kavga sürmektedir. Bu kavga, kazananlarla kaybedenlerin kavgasıdır. Bu kavga, uzlaşması asla mümkün olmayan hak ile bâtılın kavgasıdır. Bu kavga, tevhîd uğruna kanların dökülüp, canların verildiği, hicretlerin ve sürgünlerin, esâretlerin ve yaralanmaların olduğu i‘lâ’yı kelimetullâh kavgasıdır. Bu kavga, tevhîd dâvetini kabullenen Muvahhidlerin şirk ehliyle kaçınılmaz, hız kesmez, mübârek kavgasıdır.
NÛH ALEYHİSSELÂM VE TEVHÎD DÂVETİ
Rabbimiz Allâh Subhanehu ve Teâlâ, insânlara doğru yolu bilsinler ve yaşasınlar diye seçtiği tevhîd davetçilerini yollamıştır. Nûh aleyhisselâm’ı da kendi kavmine yollamıştır. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Andolsun biz, Nûh’u da kendi kavmine gönderdik.” [A’râf: 7/59]
Selâm üzerine olsun, Nûh aleyhisselâm’da diğer tevhîd dâvetçileri gibi kavmini Allâh Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluğa, O’nu bilip, birlemeye sadece O’na ibâdet etmeye çağırdı. Her fırsatta diğer tevhîd dâvetçileri gibi; “Ey kavmim! Allâh’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” [A’râf: 7/59] demekteydi.
Aslında tüm tevhîd dâvetçileri insânlığa doğruları öğütlemiş ve yanlışlardan da dönmeleri içinse uyarılar da bulunmuşlardır. Ne hazindir ki yine her dönemdeyse doğruların düşmanları, doğruların açıklayıcılarına ve onlarla birlikte olanlara saldırmışlardır.
Nûh aleyhisselâm‘ın kavminin sözü geçerli olan idarecileri ve toplumun ileri gelen müstekbirleri de O’nun bu hak bu dâvetine karşı çıkıyor ve şöyle diyorlardı.
“Gerçekte biz, seni açıkça bir şaşırmışlık ve sapmışlık içinde görüyoruz.” [A’râf: 7/60]
“Biz, seni sadece bizim gibi bir insân olarak görüyoruz. Bizden basit görüşlü hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” [Hûd: 11/27]
“Sana düşük seviyeli kimseler tabi olup dururken, biz sana îmân eder miyiz hiç?” [Şuarâ: 26/11]
Onlara sapkın ve şaşkın hallerini bildiren tevhîd dâvetçisine karşı o inkârcı kâfirler, Nûh aleyhisselâm’ı şaşırmışlık ve sapıtmışlıkla itham ediyorlardı. İnkâr cümlelerinden birinde onu insân olarak gördüklerini söylüyorlardı. Aslında niyetleri îmân etmek olmayan tüm zamanların kâfirlerinde ortak olarak görülebilecek bir özellik îmân etmemek için bahaneler ileri sürmektir. Nûh aleyhisselâm’ın kavmi de inkârlarında direten bir kavim olarak tevhîd dâvetine karşı sürekli inkâr cümleleriyle karşı gelmişlerdi. Yine Nûh aleyhisselâm’a uyanların toplumun zayıf kesiminin, fakirlerinin uymasını da O’nun için bir utanç olarak gösteriyorlar ve Nûh aleyhisselâm’ı yalancılıkla suçluyorlardı. Nûh aleyhisselâm ise onların sözlerine karşılık vererek, görevini yapmak için büyük bir gayret sarf ediyor, kâfirlere asla taviz vermiyordu:
“Ey kavmim! Bende bir ‘şaşırmışlık ve sapıtmışlık’ yoktur. Ama ben Âlemlerin Rabbinden bir elçiyim.” [A’râf: 7/61]
“Ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” [Hûd: 11/25]
“Allâh’tan başkasına tapmayın! Ben size [gelecek] elem verici bir günün azabından korkuyorum.” [Hûd: 11/26]
“Ey Kavmim! Allâh’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allâh’a aittir. Ben îmân edenleri kovacak ta değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” [Hûd: 11/29]
“Ey kavmim! Ben onları kovarsam beni Allâh’tan kim korur? Düşünmüyor musunuz?” [Hûd: 11/ 30]
Buna karşılık Nûh aleyhisselâm’ın kavminin ileri gelen inkârcı kâfirleri Nûh aleyhisselâm ile tartışmaya giriyorlar ve inkârcılıklarını şu sözler ile Nûh aleyhisselâm’a iletiyorlardı:
“Ey Nûh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen kendisiyle bizi tehdit ettiğini bize getir.” [Hûd: 11/32]
Böylece hakka karşı direnişlerini sürdürürlerken kendi dilleri ile azabı da istiyorlardı. Kendi aralarında konuşup, halka açıklama yaparlarken de:
“Bu tıpkı sizin gibi beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allâh isteseydi muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” [Mü’minûn: 23/ 24]
“Bu yalnızca kendisinde delilik buluna bir kimsedir. Öyle ise bir süreye kadar ona katlanıp bekleyin bakalım.” [Mü’minûn: 23/26] diyorlardı.
Tevhîd dâvetinin sonunda insânları Allâh Subhanehu ve Teâlâ’nın ismi ile O’nun razı olduğu güzel ve doğru onlara çağıran kişiyi “yalanladılar, delidir dediler, O baskı altına alınıp engellenmişti.” [Kamer: 54/9]
Allâh Subhanehu ve Teâlâ’nın kullarına kul olduklarını hatırlatan, seçilmiş bir kula karşı cahiliyenin uyguladığı yöntem; O’nu yalanlamak, davasını yaymaktan onu engellemekti. Ancak küfrün ele başları ve onların yardakçıları ne yaparlarsa yapsınlar hak dâvânın neferi olan Nûh aleyhisselâm’ı yolundan çeviremeyeceklerdi.
Bugünde tevhîd dâvetini insânlara anlatanların karşılarına benzer şeyler çıkmaktadır. Onlarda cahiliye sistemlerinin basın-yayın organlarında yalanlanabilmekte, haklarında; “irticacıdır, gericidir, haricidir, aşırı dincidir…” denilmektedir. Toplumla davetçilerin buluşmasının önüne her türlü engeli koymak için cahiliyye sistemleri büyük bir engelleme politikası içerisindedirler. Amaç insânların tevhîdi hakkıyla bilmemesi ve Allâh Subhanehu ve Teâlâ’ya teslim olmamasıdır. Geceli gündüzlü yüzyıllar süren tevhîd dâvetinin ardından Nûh aleyhisselâm inkârcıların bu hallerini Rabbine arz etti:
“Dedi ki: Rabbim, doğrusu ben kavmimi gece-gündüz (tevhîde) dâvet ettim. Fakat dâvet etmem kaçıştan başkasını arttırmadı. Gerçekten de (îmâna gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar. (Beni görmemek için) örtülerini başlarına çektiler, büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip direttiler. Sonra ben kendilerine haykırarak dâvette bulundum. Sonra onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki Rabbinizden mağfiret dileyin çünkü o çok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın size bahçeler ihsan etsin. Sizin için ırmaklar akıtsın. Size ne oluyor ki Allâh’a büyüklüğü yakıştırmıyorsunuz? Oysa sizi türlü merhalelerden geçirerek o yaratmıştır. Görmediniz mi Allâh yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış onların içinde ayı bir nur kılmış güneşi de bir kandil yapmıştır. Allâh sizi de yerden bir bitki gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır. Allâh yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır. Ki onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz (diye).” [Nûh: 71/5–20]
Nûh aleyhisselâm dünyâlık hiçbir beklentisi olmadan büyük bir sabırla görevini yapmış; gece-gündüz gizli-açık demeden onlara tevhîd dâvetini sunmuştu. Sürekli olarak Allâh Subhanehu ve Teâlâ’nın onlar üzerindeki nimetlerini anlatmış, doğru yolda oldukları takdirde bu nimetlerin onlar için daimî olacağını bildirmişti. Fakat inkârı hayât yapanlar olarak, küfrü korumak uğruna tevhîd dâvetçisini tehdit ederek; “Ey Nûh! Eğer (tevhîd dâvetinden) vazgeçmezsen iyi bil ki taşlanmışlardan olacaksın.” [Şuarâ: 26/116] dediler.
Aslında her dönemde tevhîd ehline karşı şirk ehlinin takındığı tavır aynıdır. Yıldırma, bastırma, maddî ve manevî işkenceler, baskınlar, sorgular, cezaevleri ve benzerleri…
Küfürde diretenler, inkârcı hayât programlarını savunmak ve hakka teslim olmamak için putlarından vazgeçmemeyi birbirlerine öğütlüyor; “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın, hele Ved’ten, Suva’dan, Yeğus ’tan, Yeuk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.” [Nûh: 71/23] diyorlardı. Hakkın karşısında bâtılın tarafı olarak sebat ediyorlar ve bâtılı her türlü destekliyorlardı. Tevhîdin hayâta hâkim olmaması için kararlıydılar. Onlar bu hallerindeyken sonunda Nûh aleyhisselâm Rabbine şöyle niyazda bulundu:
“Gerçekten ben yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kâfir toplumdan) intikam al.” [Kamer: 54/10]
“Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, yalnız ahlaksız nankör (insânlar) doğururlar (yetiştirirler).” [Nûh: 71/27]
“Artık benimle onların arasında Sen hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.” [Şuarâ: 26/118]
Ve Âlemlerin Rabbi yüce Allâh Subhanehu ve Teâlâ, Nûh aleyhisselâm’a vahyederek şöyle bildirdi:
“Gerçekten îmân edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu hâlde onların yaptıklarından dolayı üzülme. Gözetimimiz altında ve vahyimizle (emrimizle) gemiyi imal et.” [Hûd: 11/ 36-37]
“Bizim emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten eşler halinde iki tane ve birde içlerinden daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanları dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma. Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır. Sen yanındakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allâh’a hamdolsun de.” [Mü’minûn: 23/27–28]
Nûh aleyhisselâm tam bir teslimiyetle Allâh Subhanehu ve Teâlâ’ya tevekkül içerisinde emri yapmaya koyulduğunda inkârcılar topluluğu da Nûh aleyhisselâm’a karşı saldırılarını sürdürmekteydiler. Hakkın gücünü önlemek adına, bâtılın sözcüleri olarak alay etmeye giriştiler.
“Nûh gemiyi yapıyor kavminden ileri gelenler ise yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı.” [Hûd: 11/38]
Bunlara karşılık Nûh aleyhisselâm da onlara; “Eğer bizimle alay ediyorsanız iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız bizde sizinle alay edeceğiz. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.” [Hûd: 11/38-39] diye karşılık veriyordu. Mademki bâtılda o kadar ısrarlıydılar, mademki hakkın karşısında bâtılı korumak uğruna hakka ve hak ehline saldırmaktan çekinmiyorlardı, elbette yaptıklarının -dünyâda ve ahirette- karşılığı olmalıydı. Ve inkârcıları rezil edecek beklenen azap geldiğinde Nûh aleyhisselâm çok az olan îmân ehline: “Ona binin onun yüzmesi de demir atması (durması)da Allâh’ın ismiyledir. Şüphesiz benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir” [Hûd: 11/41] dedi.
Tevhîdî mesajı kabul etmiş azınlık, tevhîde yanaşmayan çoğunluk… Îmân, matematiksek hesaplamalara göre yapılamazdı. Sayı çoğunluğu hak olmak için ölçü değildi. Evet, Rabbimiz az olan tevhîd ehlinin kurtulacağını müjdeliyordu. Besmeleli hayâtlar, besmeleyle yüzen ve besmeleyle duran bir gemiyle tufandan kurtulacaklardı, bu Âlemlerin Rabbinin onlara olan bir ikramıydı. Aslında her dönemde tevhîd ehli kurtulacak olanlardır. Sıkıntılar, işkenceler, alaylar, boykotlar, hapisler, darağaçları tevhîd ehlinin yolunun üzerinde olsa bile sonuçta büyük kurtuluş yine tevhîd ehlinindir.
Allâh Subhanehu ve Teâlâ’nın inkârcı kavim için azabı geldiğinde; “(Gemi) onlarla dalgalar arasında yüzüyorken Nûh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: Ey oğlum! Bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma!” [Hûd: 11/42]
Nûh aleyhisselâm hayâtını tevhîdi mesaja sırt çevirerek yaşayan oğluna son anda da kurtuluş çağrısını yenilediğinde, oğlu; “Ben, bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur!” [Hûd: 11/43] dedi. Allâh’u Teâlâ’nın azabından dağa sığınabileceğini sanmak şirk ehlinin çarpık bakışıydı. Nûh aleyhisselâm; “Bugün, Allâh’ın hükmünden Onun esirgedikleri kurtulacaktır.” [Hûd: 11/43] dedi.
Nûh aleyhisselâm, baba şefkatiyle oğlunun îmân edip kurtulanlardan olmasını istemiş ve Rabbine seslenmişti:
“Rabbim! Şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va’din de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.” [Hûd: 11/45]
Bunun üzerine Âlemlerin Rabbi, Nûh aleyhisselâm’a; “Ey Nûh! Kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o salih olmayan bir iş (yapmıştır.) Öyleyse hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Gerçekten cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” [Hûd: 11/47] buyurmuştur.
Şüphesiz ki en güçlü bağ, îmân bağıdır ve cennet ehli de bu bağla birbirlerine bağlı olanlardır. Allâh’u Teâlâ, bu bağın ehlini birbirine kardeş kılmışken, bunun dışındakilerse hangi yakınlık derecesinde olurlarsa olsunlar mânen birbirlerinden ayrı ve uzaktırlar. Yine bilindiği gibi tevhîd dâvetine sırt çevirenlerden birisi de Nûh aleyhisselâm’ın karısıdır. O da oğlu ile birlikte tevhîd dâvetini kabul etmemiş, kavminin dînini ve yaşantısını benimsemiştir.
“Allâh, inkâr edenlere Nûh’un eşini ve Lut’un eşini örnek verdi. İkisi de kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhı altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı (kocaları) kendilerine Allâh’tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: ‘Ateşe diğer girenlerle birlikte girin’ denildi.” [Tahrîm: 66/10]
Tevhîdi kabul etmedikten sonra babanın oğula, kocanın karısına faydası yoktur. Maalesef ki bu hakikati bugün; “babam hacı, dedem hoca…” diyerek kendilerini avutanlara anlatmakta zorlanmaktayız. Rabbim hidayeti mümkün olanlara hidayet etsin. Allâhumme âmin.
Sonunda tevhîd dâvetine kulaklarını tıkayıp, tevhîd dâvetçisiyle alay eden, O’nu ve beraberindekileri tehdit eden kâfirler güruhu hak ettiklerini buldular. Şehirleri, meclisleri, putları ve putperest kanunları ile yeryüzünden silindiler.
“Ve nihayet denildi ki: “Ey yer! Suyunu yut ve ey gök açıl.” Su kesildi ve iş bitirildi. Gemi de Cûdi Dağı’nın üzerine yerleşti. Ve ‘Zalimler topluluğu Allâh’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” [Hûd: 12/44]
Hakan Emin