Rahmân ve Rahim olan Allâh’ın adıyla…
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dilerim. Salât ve selâm nebîlerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve bütün nebîlerin üzerine olsun. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya sığınarak ve O’ndan yardım isteyerek sözlerimize başlıyoruz.
Değerli okurlar; dergimizin bir önceki sayısında beşinci ulu’l-azm Rasûlümüz, Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’in tevhîd mücadelesine giriş yapmıştık. Allâh Rasûlü, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem yeniden tevhîd dînine davet etmekteydi. Kur’ân’da “İslâm” adı verilen dîndi. Temeli, atamız İbrahim aleyhisselam’ın dini ile, haniflik’le birdi. İslâm her yönüyle yüceydi, gerçekti. İkmâl edilmiş, mükemmeldi. Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’in dînini kabul edene müslüman, muvahhid ve mümin denirdi. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya teslim olmaktı. İslâm dışı kalan ise kâfir, müşrikti. Bu sayımızda Allâh Rasûlü ve ashabının tevhîd mücadelesinde neler yaşadıklarını, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın izniyle hep beraber okuyalım.
Kendini Takdim
Kavmi, Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi vesellem’den her türlü iyiliği beklerlerdi, zaten onu “Emin” diye anarlardı. Ancak putlarına karşı savaş açacağını, kendilerini tevhîd’e davet edeceğini hiç beklemediler. Onun, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın Rasûlü olacağını düşünmemişlerdi. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisini şöyle takdim etti; “De ki: `Ben, ancak sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın ancak tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. (O hâlde) O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Yazıklar olsun o müşriklere…` [Fussilet: 41/6] Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem kendisinin de herkes gibi candan ve kandan bir insan olduğunu söyleyip, kavmini tevhîd’e davet ediyordu. Müşrikler ise Allâh Rasûlü’nün putlara tapmasını istediler. Bu istekleri üzerine; “(De ki:) “Ben ancak bu beldeyi haram/kutsal kılan ve her şeyin kendisine ait olduğu (Mekke’nin) Rabbine ibadet etmekle emrolundum. Ve Müslimlerden/şirki terk ederek tevhidle Allâh’a yönelen kullardan olmakla emrolundum. Ve Kur’ân’ı okumakla (emrolundum). Kim hidayet bulursa, kendi yararına hidayet bulmuştur. Kim de sapıtırsa de ki: ‘Ben, ancak uyarıcılardan biriyim.’” [Neml: 27/91-92] demesi emredildi. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın son elçisiydi. O, Allâh’ın azabıyla korkutur, Râhmetiyle müjdelerdi. Bu onun göreviydi. O, kimseye zarar veremez, bu yüzden ondan korkmak gereksizdi. Ancak ona inanmayan hidayete eremezdi, direnmek gereksizdi. Onu dinlemek ve izlemek gerekti.
Baskı
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem ahiret, hesap ve azap konularını sık sık hatırlatarak insanları Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya çağırmaya devam etmekteydi. Açıktan ve ödünsüz yapılan tevhîd mücadelesini durdurabilmek için yaptıkları tüm teklif ve teşebbüslerin etkisiz kaldığını gören müşrikler bu kez, Allâh Rasûlü`nü dolaylı yoldan tesir altına almayı denediler.
İçlerinden bir heyet Allâh Rasûlü’nün amcası Ebu Talib’e müracaat etti: “Kardeşinin oğlu, dinimizi, ilahlarımızı kötülüyor. Dedelerimize sapık diyor. Bizi de ahmaklıkla suçluyor. Ya kendisini bu işten vazgeçirirsin, ya da himayeni kaldırırsın. Biz onun hakkından geliriz” dediler. İlk geldiklerinde Ebu Talib onları güzellikle gönderdi. Ama müşrikler ikinci defaya gelince, Ebu Talib Allâh Rasûlü’ne “beni de kendini de koru!” dedi. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem üzülmüştü, bu güne kadar destek olan amcası artık durmasını, davetine bir son vermesini istemişti. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem çok net bir şekilde safını belli etti: “Amca! Allâh’a yemin ederim ki bu adamlar, bir elime güneşi, bir elime de ayı koysalar, ben yine bu davetten vazgeçmem!” dedi. Ebu Talib Allâh Rasûlü’nün sergilediği bu kararlılık karşısında, duygulandı ve “Gel kardeşimin oğlu gel! İstediğini söyle. Yemin ederim ki hiçbir şey karşısında seni onlara teslim etmem” dedi. Allâh Rasûlü’nün siretinde bizler için kıymetli dersler, örnekler vardır. Bizler de her daim safımızı çok net belli etmeli ve dinimizin gerektirdikleri karşısında dimdik durmalıyız. “Rabbim, Sana duamız; Ayaklarımızı dinin üzerine sabit tut ve hidayetimizi arttır! Allâhumme Âmîn”
Daveti Engelleme Çalışmaları
Müşrikler Ebu Talib’e gelip, istedikleri sonucu alamadıklarından Allâh Rasûlü’nü engellemek için çeşitli yollara başvurdular. Bunlardan bazıları, alay etme, tahkir etme, küçümseme, ve yalanlama gibiydi. Bir defasında Ebu Cehil çaresiz bir şekilde yandaşlarına şu şekilde seslendi: “Ey Kureyş topluluğu! Gördüğünüz gibi Muhammed dinimizi ayıplamaktan, atalarımızı aşağılamaktan, akıllarımızı tutarsızlığa bulamaktan ve ilâhlarımızı yok saymaktan gayrı bir yol tutmadı. Allâh’a yemin olsun ki, yarın bir taşla kafasını yaracağım. Ondan sonra Abdi-Menaf oğulları ellerinden geleni ardlarına koymasınlar.” Bu şekilde tehdit ederek muvahhidleri küçük düşürmek, azimlerini kırmak, ruhlarını çökertmek, manevi kuvvetlerini zayıflatıp tağutlara teslimiyet göstermelerini ve geri adım atmalarını istiyorlardı. Bilmiyorlardı ki, muvahhidlerin gün geçtikçe imânlarının ve sayılarının arttığını.
Bir gün Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Kâbe’yi tavaf ederken Velid bin Mugire, Ümeyye bin Halef ve onlar gibi kavimlerinin arasında söz sahibi kimselerle karşılaştı. Dediler ki: “Ya Muhammed! Senin ibadet ettiğine biz de ibadet edelim. Sende bizim taptığımıza taparsın. Biz de sen de ortak hareket etmiş oluruz. Eğer senin ibadet ettiğin daha hayırlı ise O’ndan nasibimizi almış oluruz. Eğer bizim taptıklarımız daha hayırlı ise sen de bunlardan nasibini almış olursun.” Bu konuşma üzerine Kafirûn süresi nazil oldu: De ki: “Ey Kâfirler! Ben, sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Ben de sizin ibadet ettiklerinize ibadet edecek değilim. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” [Kâfirûn: 109/1-6] Bu müşrikler böyle önemli bir konu olan, bizim var oluş sebebimiz olan kulluk, ibadet etme konusunda Allâh Subhânehu ve Teâlâ ile pazarlık ettiler. Allâh Rasûlü’nün “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” [Kafirûn: 109/6] cevabı, siz istemesenizde “Ben yoluma devam edeceğim” manasına gelmekteydi.
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem tevhîd davasında hiçbir şekilde ve hiçbir seviyede putperestlerle uzlaşmayı kabul etmedi. Artık bunu herkes bilmekteydi. Buna rağmen kavmi diretmekteydi. Bu direnme, içinde bulundukları bozuk düzenin neticesiydi.
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e Eziyet ve Cefa
Müşrikler yaptıkları baskıların bir faydasını göremeyince, ikinci defa toplandılar. Kureyş`in ileri gelenlerinden yirmi beş kişilik bir heyet oluşturdular. Heyet başkanı Allâh Rasûlü’nün amcası Ebu Leheb idi. Bu görüşme ve tartışma sonucu, bu heyet, Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem aleyhine sert bir karar aldı. İslâm’a girenlere işkence etme, onlara çeşitli eza ve cefalarla muamele etme hususunda kesin ve katı davranmayı kararlaştırdılar. Öyle`de yaptılar zaten.
Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil, Allâh Rasûlü’ne kötülük yapmakta önde gidiyorlardı. Ebu Leheb, Allâh Rasûlü’nün gittiği her meclise, her eve arkasından gider ve Allâh Rasûlü’nün anlattıklarını yalanlayıp insanların kafalarnı karıştırırdı. Ümmü Cemil ise geceleyin Allâh Rasûlü’nün kapısına ve gideceği yola dikenler serperek düşmanlığını gösteriyordu. Dili uzun, iftira ve yakıştırmalardan çekinmeyen, fitne ateşini alevlendiren fettan bir kadındı. Ebu Leheb ve karısı hakkında Tebbet sûresi nazil olmuştur.
Müşrikler müslümanların namaz kılmalarına hiç tahammül edemiyorlardı. Ebu Cehil’in emri üzerine Ukbe bin Ebi Muayt deve işkembesini Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem secdeye gittiğinde omuzlarının arasına koymuştu. Ne kadar aşağılık bir hareketti bu böyle. Müşrikler için böylesi hareketler fark etmiyor. Yeterki müslümanlara eziyet etsinler ve kendileride bu durumdan tatmin olsunlar.
Ümeyye bin Halef, Allâh Rasûlü’nü görünce kaş-göz işaretleri yapardı. Onun hakkında da âyet nazil oldu: “İnsanları çekiştirip, kaş göz işaretleriyle alay edenlerin vay hâline!” [Hümeze: 104/1] Bir gün Ukbe bin Ebi Muayt Allâh Rasûlün’ün yanına oturmuş ve onu dinlemişti. Übeyy bin Halef bunu duyunca kendisini ayıpladı ve azarladı. Kendisinden, Allâh Rasûlün’ün yüzüne tükürmesini istediğinde o da bunu yaptı.
Hatta Kureyşli bazı müşrikler, bir araya gelip Allâh Rasûlü’nü alenen öldürmek üzere anlaşmışlardı. Artık hiçbir teklifin, anlaşmanın, işkencenin Allâh Rasûlü’nü yolundan saptıramadığını görünce müşrikler canına kast ettiler. Amcası Ebu Talip tehlikeyi sezince, Abdulmuttalipoğullarını toplamış ve onlar için bir karar almıştı. Karar, Allâh Rasûlü’nü kendi mahallelerinde himaye altına alınması ve muhtemelen herhangi bir suikast karşısında korunması. Müslümanlar ve kafir akrabaları bu karar üzerinde birleştiler. Kimi bunu kavmiyetçiliğinden, kimi de imânından ve davasından dolayı yapmıştı.
Müslümanlara Eza ve Cefa
O günlerde imân eden bir çok müslüman çeşitli ve acımasız eziyetlere maruz kalıyordu. Bu eziyetlere maruz kalanların tek suçları müslüman olmak, tevhîde gönül vermekti. Ebu Cehil, soylu ve güçlü birinin müslüman olduğunu duyduğunda onu ayıplar, malında ve mevkiinde büyük zararlara uğratmakla korkuturdu. Eğer zayıf bir kimse ise, onu döver ve başkalarını da onu dövmeye teşvik ederdi. Bizleri hayrete düşürüp, hüzne boğan yüzlerce işkencelerden bir kaçını beraber okuyalım.
Osman radiyallahu anh’ın amcası, Osman radiyallahu anh’ı hurma yapraklarından yapılmış bir hasıra sarıp, altından duman verirdi.
Mus’ab bin Umeyr radiyallahu anh’ın annesi, oğlunun müslüman olduğunu öğrenince onu aç bırakmış ve evinden kovmuştu. Önceleri insanlar arasında refah içinde hayat süren Mus’ab bin Umeyr radiyallahu anh, sonraları derisi yılan derisi gibi kupkuru olan biri haline dönüşmüştü.
Bilal radiyallahu anh, Ümeyye bin Halef’in kölesiydi. Ümeyye, Bilal radiyallahu anh’ın boynuna bir ip takıp, sonra da onu çocuklara teslim etmişti. Çocuklar da onu Mekke’nin dağlarında dolaştırıyorlardı. Nihayet boynunda ip izi kaldı. Aynı şekilde Ümeyye öğle vakti güneşin sıcağı arttığında onu çıkarıp Mekke kumlarına yatırıyor, sonra da göğsünün üzerine büyük bir kaya konulmasını emrediyor ve şöyle diyordu: “Vallahi, ya ölünceye kadar böyle kalacaksın ya da Muhammed’i inkar edip Lat ve Uzza’ya tapacaksın.” Bilal radiyallahu anh ise bu durumda: “Ehâd! Ehâd! (Allâh birdir! Allâh birdir!)” diyordu. Ebu Bekir radiyallahu anh, Bilal radıyallahu anh’ı Ümeyye bin Haleften satın alana kadar bu işkenceler böyle devam etti.
Allâh yolunda işkence gören müslüman çok var. Müşrikler yeterki birinin müslüman olduğunu duysunlar, onlara işkence etmeden bırakmazlardı.
Daru’l- Erkam
Bütün bu işkenceler karşısında Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, iman edenlerin açıkça müslümanlıklarını ilan etmelerini istemiyordu. Onun içindir ki sahabeden çoğu müslümanlığını, ibadetlerini, davetlerini ve toplantılarını gizlice yapıyorlardı. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem ise açıkça islâm’a davet ediyor ve müşriklerin gözü önünde ibadetini ediyordu. Fakat müslümanların ve islâm’ın yararı için bir süre daha gizlice toplanmaya devam edilmekteydi.
Allâh Rasûlü’nün risaletinin beşinci yılında Erkam bin Ebi’l-Erkam el-Mahzumi’nin evinde toplanıyordu müslümanlar. Bu ev Safa tepesinde, sapıkların gözlerinden ve meclislerinden uzakta idi. Artık bu ev İslâm davetinin merkezi, ilk medresesi, Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem muallimi ve ilk müslümanlar talebe idiler.
Habeşistan’a Hicret
Müşriklerin yaptıkları eziyetlerin, hakaret ve işkencelerin haddi hesabı yoktu. Mekke, müslümanlar için yaşanmaz bir şehir haline gelmişti. Bu yaşanılan işkenceler karşısında Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, müslümanlara: “Habeş toprağına giderseniz iyi olur! Çünkü orada yanındakilerin hiç birine zulmetmeyen bir kral vardır. Orası, adalet ülkesidir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar, siz orada bulunun!” buyurdu.
Allâh Rasûlün’ün ashabından on iki erkek ve dört kadından oluşan bir grup, iki tüccar gemisi ile Habeşistan’a gittiler. Başkanları Osman bin Affan radıyallahu anh idi, yanında hanımı, Allâh Rasûlü’nün kızı Rukkiye’de bulunmaktaydı. “Bu ikisi İbrahim ve Lut aleyhisselam’dan sonra Allâh yolunda hicret eden ilk ailedir” buyurmuştu Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem.
Hamza ve Ömer radiyallâhu anhuma’nın Müslüman Oluşu
Bu zor günleri geçirirken, Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem ve müslümanları fazlasıyla mutlu eden kafirleri üzen olaylar da oluyordu. Bunlardan bir tanesi Allâh Rasûlü’nün amcası Hamza bin Abdilmuttalib radıyallahu anh’ın tevhîdi kabul edip müslümanlar safına geçmesiydi. Artık müslümanların arasında Allâh’ın aslanı, Hamza radiyallahu anh vardı.
Bir diğer mutlu haber ise Hamza radiyallahu anh’dan sonra, Ömer radiyallahu anh’ın tevhîd’i kabul etmesi oldu. Ömer radiyallâhu anh’ın iman etmesi ile müslümanların sayısı kırk kişiye ulaştı.
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem dua etmişti: “Allâh’ım! Şu iki adamdan – Ömer bin Hattab veya Ebu Cehil bin Hişam’dan- sana hangisi daha hoş geliyorsa onunla İslam’ı izzetli kıl!” Bu ikisinden Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya daha hoş geleni Ömer radiyallahu anh idi.
Suheyb bin Sinan er-Rumi radıyallâhu anh diyor ki: “Ömer radiyallâhu anh müslüman olunca İslâm ortaya çıktı. İnsanlar İslâm’a açıkça davet edildi. Beytullah’ın etrafında halkalar halinde oturduk. Beytullah’ı tavaf ettik. Bize şiddetli muamele edenlerden intikamlarımızı aldık. Yaptıkları şeylerden bazılarına cevap verdik.”
Hamza ve Ömer radiyallahu anhuma’nın müslüman olmaları, sahabeye çok büyük moral oldu. Artık saflarında Allâh’ın aslanı Hamza ve hak ile batılı ayıran Ömer el-Faruk vardı. Onlar ki, bilekleri kuvvetli, gözleri kara ve imânı güçlü yiğitlerdi. “Rabbim, bizlere onların izinden gidecek cengaver, izzetli, yiğitler yetiştirmeyi nasip et! Allâhümme Âmîn.”
Hatime
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem insanları Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birleyip, tevhîde davet ettikten hemen sonra, baskılar başladı. Onu yüce davası ve görevinden döndürmek için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Allâh Rasûlü’nü davasından geri çeviremiyeceklerini anladıklarında ise hem ona hem de müslümanlara çeşitli eziyetler başladı. Bu baskı ve eziyetler sonucu İslâm tarihinde ilk hicret gerçekleşti. Bütün eziyetler ve iskencelerin yanı sıra, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd olsun Mekke’de güzel gelişmelerde oldu.
Risaletin beşinci yılında Allâh Rasûlü ve müslümanların bir araya gelebileceği, Islâm’ı öğrenebildikleri, bir araya gelip birbirlerine destek olabildikleri Erkam bin Ebi’l-Erkam el-Mahzumi’nin evi vardı. Sirette buranın adı Daru’l- Erkam diye geçmekteydi. Başka güzel bir gelişme de Allâh Rasûlü’nün amcası Hamza bin Abdilmuttalib ve Ömer bin Hattab radıyallâhu anhuma’nın müslüman olmaları oldu.
Rabbimiz nasip ederse, bir sonraki sayımızda Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in tevhîd davetinin devamında buluşmak üzere. Sizleri Rahmân ve Rahim olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya emanet ediyorum.
Ümmü Musab