Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dilerim. Salât ve selâm nebîlerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve bütün nebîlerin üzerine olsun.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya sığınarak ve O’ndan yardım isteyerek sözlerimize başlıyoruz. Değerli okurlar! Dergimizin bu sayısında beşinci ulu’l-azm Rasûlümüz, Rasûlü’s-Sekaleyn olan, Hâtemü’n-Nebiyyîn Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’in tevhîd mücadelesini hep beraber okuyalım.
Bir Duâ, Bir Müjde
Asırlar önce İbrahim aleyhisselâm, oğlu İsmail aleyhisselâm ile birlikte Kâbe’yi inşa ederken Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya şöyle duâ ettiler: “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş iki kul ve soyumuz içinden sadece sana teslim olan bir ümmet kıl! Nasıl ibadet/hac edeceğimizi bize göster! Tevbelerimizi kabul et. Şüphesiz ki sen, (tevbeye muvaffak kılan, tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı en merhametli olan) Er-Rahîm’sin. Rabbimiz! Onların arasından kendilerine senin ayetlerini okuyan, Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve onları arındıran bir Rasûl gönder. Şüphesiz ki sen, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’sin.” [Bakara: 2/128-129]
İbrahim aleyhisselâm ve oğlu İsmail aleyhisselâm, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan: soylarından teslim olan bir ümmet ve içlerinden ayetlerini okuyan, Kitab’ı ve hikmeti öğreten ve onları arındıran bir rasûl göndermesini istediler. Bu duâ’nın üzerinden uzun yıllar geçmiş, insanlar tevhîdden uzaklaşmış, şirk bataklığına düşmüşlerdi.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İsa aleyhisselâm’ı risalet ile göndermiş, o da ilâhi tebliğe devam etmekteydi. Bir gün kavmine, kendini anlattı, geçmişi tasdik etmekte ve geleceğe büyük bir müjde vermekteydi; “Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ki ben, Allâh’ın size (gönderdiği) Rasûlüyüm. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Rasûl’ü de müjdeleyenim.” demişti. Apaçık deliller onlara geldiğinde: “Bu, apaçık bir büyüdür.” dediler. [Saff: 61/6] İsa aleyhisselâm’ın bu müjdesi, inananlara bir umut olmuştu.
Ve Rebi’ülevvel ayının on ikisinde, 571 yılında, Muhammed aleyhisselâm dünyaya geldi. Bu gelişle İbrahim aleyhisselâm’ın duâsı’na icabet edildi ve İsa aleyhisselâm’ın müjdesi gerçekleşti.
İlk Vahiy ve İlk Tebliğ
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’e ilk vahiy nazil olduktan sonra, evine döndü. Dinlenmek, gizlenmek istiyordu. “Beni örtün, beni örtün” dedi. Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem üzerini örttürmüş dinlenmekteyken Cebrail aleyhisselâm, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emirlerini bildirdi: “Ey örtüsüne bürünen (Rasûl). Kalk ve uyar! Ve yalnızca Rabbini tekbir et (yücelt)! Elbiseni temiz tut. Pislikleri (putları, şirki ve müşrikleri) terk et.” [Müdessir: 74/1-5]
Bu ayetler nazil olduktan sonra, Allâh Rasûlü kalktı, bir daha yirmi üç sene oturmamak üzere kalktı. Artık dinlenmedi, kalktı ve Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın davetini omuzlarında taşıdı. Bu çok ağır bir yüktü. Bütün insanlığın yükü, bu îmân yüküydü. Allâh Rasûlü gece-gündüz, gizli-aşikar her daim Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın yoluna davette bulunmuş ve hiçbir şey, hiçbir kimse, hiçbir şekilde onu bundan alıkoyamamıştır. Meclislerinde, toplantılarında ve mahfillerinde, hac mevsimlerinde, hac vakfelerinde insanların yanına gitmiş ve karşılaştığı hür ya da köle, zayıf ya da güçlü, zengin ya da fakir herkese davette bulunmuştur. İslâm, herkesi eşit kılmıştır.
Ve o güne kadar el-Emin olarak bilinen Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem, yalanlanacak. Yalanlamakla da kalmayıp, eza ve cefaya maruz kalacaktı. Dahası, sevdiği şehri Mekke-i Mükerreme’den çıkartılacaktı.
Ayette emredildiği gibi uyaracaktı; iyi ama kimi uyaracak, uyarmaya kimden başlayacaktı? Ve ayetlerle, davette bir sıra belirdi: “Yakın akrabaların olan aşiretini uyararak (işe başla). (Şefkat) kanatlarını, sana uyan mü’minlere ger. Sana isyan edecek olurlarsa: “Ben, yaptıklarınızdan berîyim/uzağım.” de. [eş-Şuara: 26/214-216] Akrabayı uyarmak ilk sırada geliyordu. Sonra kabilesini, tüm Arap milletini, davetinin ulaşabildiği kimseleri İslâm’a davet edecekti.
“…Sizi ve kime ulaşırsa onu uyarmam için bu Kur’ân bana vahyedildi.” [el-En’am: 6/19]
İlk Muvahhidler
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, risaletini yakınlarına duyurmak için onları yemeğe davet etti. Yemek yedirmek, nebevî bir sünnettir. Yemeğe Abdülmuttalib oğullarının hepsi geldi. Yaklaşık kırk kişiydiler, yediler içtiler. Yemeğin sonunda Allâh Rasûlü: “Ey Abdulmuttalib oğulları! Ben, size dünyanın ve ahiretin hayırlısı bir din getirdim. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bana, sizi o dine davet etmemi emretti. Bu işimde bana hanginiz yardım edecek?” dedi. Ona kimse cevap vermedi. Davetliler dağılmak üzereydi. Ali radiyallahu anh kalktı: “Ey Allâh’ın Rasûlü, ben sana yardımcı olurum” dedi.
Çocuk yaştaki Ali’nin bu sözü, oradakilerin alaylı tebessümleriyle karşılaştı. Fakat Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, Ali’nin başını okşadı. Topluluğa: “Dinleyin, duyun! İşte benim yardımcım budur!” dedi. Abdulmüttalib Oğulları güldüler, çıkıp gittiler. Çıkarlarken de Ebu Talib’e: “Yeğenin sana, oğluna itaat etmeni emrediyor” dediler. Mü’minlerin annesi Hatice radıyallâhu anha, Rasûlullâh’ın sadık dostu Ebû Bekir radiyallâhu anh’dan sonra bu davette bir kişi daha gönül vermişti. O daha küçük yaştaki Ali’ydi.
Gizli Davet
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem ailesine tebliğ ettikten sonra, gizli bir şekilde Allâh’ın Dinine davet etmeye devam etti. Gizli davet dönemi üç sene kadar sürdü. Bu aşamada davet, bir nevi seçme yoluyla ve belli insanlar hedeflenerek sürdürüldü. Böylelikle davetin çekirdek kadrosu oluşturuldu ve bu sahabiler İslam davetinin omurgasını teşkil ettiler. Kadın-erkek yaklaşık altmış kişiydiler. Onlar, İslâm toplumunun önderlik yükünü omuzlanıp taşıyanlardı ve üstün bir terbiye almışlardı. Bir çoğunun yaşı yirmiyi bile geçmezken, üçte biride kadınlardan oluşuyordu.
Davetin açıkça ilan edilmesi emri gelinceye kadar bu sahabiler, kendilerini açığa çıkarmamış, varlıklarını hissettirmemişlerdi. Ne zaman ki çekirdek kadro yok edilemeyecek bir îmân gücüne ulaşıp, îmânları yüreklerinin en derinlerine kadar kök saldı, o vakit Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Rasûlüne; “Emrolunduğun (tevhîdi) açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir.” [Hicr: 15/94] diye emretti. Bu emir ile beraber Allâh Rasûlü’nün siretinde yeni bir döneme başlamıştı ki ona “Açıktan Davet Dönemi” denilmektedir
Açıktan Davet
Tebliğ edilecek şeye inanmak ve ona uymak ilk işti. Sonra onu duyurmak gelirdi, duyurmakta öğütle pekiştirilirdi. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Rasûlüne; “Hatırlat! Sen ancak bir hatırlatıcısın/öğüt vericisin. Onları (îmân ve salih amele) zorlayacak değilsin.” [el-Gaşiye: 88/21] buyurdu. Öğüt de iki yönlü verilir; müjdeleyerek ve korkutarak. “Ey Nebî! Biz seni şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak yolladık.” [el-Ahzab: 33/45]
İnananlara, îmân edenlere, teslim olup tabi olanlara, muvahhidlere müjde Cennet; inanmayanlara, haktan yüz çevirenlere, inzar (korkutma) Cehennemdi. Şahid ise Allâh Rasûlü.
Bu emirlerden sonra, Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem Kureyş kabilesinin tüm boylarını ayrı ayrı Safa Tepesi’ne davet etti. Allâh Rasûlü yüksekçe bir yere çıktı ve “Ey Abdulmuttalib Oğulları! Ey Fihr Oğulları! Ey Ka’b Oğulları! Size şu dağın eteğinde ya da şu vadide düşman atlıları var, saldıracaklar desem, bana inanırmısınız? Beni tasdik edermisiniz?” dedi. Kureyşlilerin kendisi hakkındaki düşüncelerini öncelikle tespit etmek istedi. Ne diyeceklerdi? Kureyşliler hemen cevap verdiler, fazlaca düşünmeye gerek görmediler. Çünkü karşılarındaki insanı “emîn” bilmekteydiler. “Evet, inanırız. Zira şimdiye dek senin yalan söylediğini görmedik!” dediler.
Bu cevabı aldıktan sonra Allâh Rasûlü davetine başladı: “O halde ben şimdi size önünüzde şiddetli bir azap günü olduğunu, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya inanmayanların o çetin azaba uğrayacaklarını heber veriyorum. Ben, sizi o çetin azabdan sakındırmak için gönderilmiş bulunuyorum. Size karşı benim durumum, düşmanı gören ve ailesine zarar vereceğinden korkan ve hemen haber vermeye koşan bir adamın durumu gibidir.
“Ey Kureyş! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirlerden; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın huzuruna varmanız, dünyadaki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayırlarınızın, ibadetlerinizin mükafatını ve kötü işlerinizin cezasını ve şiddetli azabını göreceksiniz. İşte o mükafat ebedi Cennettir, mücâzât da daimi Cehennemdir.” Allâh Rasûlü sözü bitirmişti ki, Ebu Leheb -Allâh’ın laneti üzerine olsun- “Yazıklar olsun sana, ellerin kurusun bu günden sonra! Bizi sırf bunun için mi çağırdın?!” dedi. Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ; “Ebu Leheb’in iki eli kurusun!” [et-Tebbet: 111/1] ayetlerini indirdi.
Bu ilk açıktan davetti. Düşman atlıları haberine inanacaklarını söyleyenler, azap haberine inanmadılar. Ne tuhaf insanlardı! Yalan söylemezsin, dedikleri Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya kulluk çağrısına aynı güveni gösteremediler. Bu söylediklerine de “îmân ettik” diyemediler. Bu günden sonra her şey açıktı, Allâh Rasûlü Mekkelilerin dikkatını artık çekmişti. Şimdi herkes onunla ilgilenip, onu izlemekteydi…
Hatime
Beşinci ulu’l-azm Rasûlümüz ve aynı zamanda “Hâtemü’n-Nebiyyîn” olan Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in hayatının bir parçasını anlatma imkanı veren Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd ederim.
Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in dünyaya geldiği zamanda, şirk ve puta tapıcılık ayyuka çıkmış, kız çocukları diri diri gömülüyor iken, Allâh Subhânehu ve Teâlâ Mekke’de İslâm Nur’unun doğmasını dilemiştir. Bu Nur öyle bir yayılacaktı ki, kıyamete kadar dünyanın dört bir tarafından inananları olup Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dinini yüceltmek için canla başla çalışanları olacaktı.
Bir sonraki yazımızda Allâh Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’in tevhîd davetinin devamında sizlerle buluşmak dileğiyle, sizleri Rahman ve Rahim olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya emanet ediyorum.
Ümmü Musab