İzzetin mutlak sahibi olan, el-Muîz adıyla kullarını izzetli kılan Allâh Azze ve Celle’nin adıyla… Allâh’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selâm olsun.
Allâh Azze ve Celle’nin razı olacağı bir kulluk, birçok nimetin müsebbibidir. Bu nimetlerden biri de izzettir. Allâh’u Teâla, tam manasıyla Abdullâh vasfına haiz olan kullarını, el-Muîz ismiyle izzetli kılmaktadır. Bizler, Abdullâh olabilmenin keyfiyetini ise, en güzel olarak Ashâb-ı Kirâm’da görmekteyiz. Bunun neticesinde de Rabbimiz onları, ümmetin en izzetli nesli olmakla şereflendirmiştir. Sahâbemizin izzetinden bahseden kıssalarla doludur tarih sayfaları. Hayrete düşüren, mütevazı ancak bir o kadar da izzetli olan yaşantıları, asırlardır nümune-i imtisal olmuştur Müslümanlar için…
Bizler de bu minvalde, Ashâb-ı Kirâm’ın izzetini özetleyen bir kıssadan bahsedeceğiz. Ve bu kıssa üzerinde biraz tefekkür ederek, bazı çıkarımlarda bulunacağız. Allâh’u Teâlâ’dan dileğimiz, faydalı ve mübârek kılmasıdır, Allâhumme amîn.
Rebî bin Âmir ve İran Komutanı
İmam İbni Kesir rahimehullâh şöyle nakleder:
“İran ordusunun en önemli komutanlarından olan Rüstem, krallar gibi, altından yapılmış bir taht üzerine kuruluydu. Başındaki işlemeli, çok kıymetli tacı da gözlerden kaçmıyordu. İslâm Ordusu Komutanı Sa’d, bin Ebi Vakkas radıyallâhu anhu’ya tekrar haber yollayarak yeniden bir elçi istedi. Sa’d bu kez de Rebî bin Âmir radıyallâhu anhu adında bir zatı görevlendirerek, Rüstem’e yolladı. İslâm ordusu komutanının bu elçisi eski ve yıpranmış elbiseler içinde, eskice bir silah kuşanarak ve ufak tefek bir at üstünde otağın önüne geldi. Otağın dışına kadar uzanan, ipekten yapılmış halıların üzerine kadar atıyla yürüyerek, bu nadide sergileri çiğnedi. Sonra atından inip bu ipekli sergilerden birini yırtarak atını onunla bağladı. Silahını çıkarmadan Rüstem’in bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. Nöbetçiler kendisini durdurup:
‘Silahını burada bırakacaksın!’ ihtarında bulununca:
‘Sizi ben kendiliğimden ziyarete gelmiş değilim. Bilakis dâvetiniz üzerine gelmiş bulunuyorum. Dolayısıyla önümden çekilir de Rüstem’le görüşmeme müsaade ederseniz görüşürüm, aksi halde şuracıktan dönerim!’ diye sert bir çıkışta bulundu. Söylediklerini Rüstem’e naklettiler. Rüstem çaresizdi, tavizkar bir ifadeyle:
‘Bırakın, gelsin’ diye emir verdi. Elçi Rebî bin Âmir, baston niyetine kullandığı sivri uçlu mızrağına dayanarak ipek halıları dele dele Rüstem’e yaklaştı. Rüstem, O’na:
‘Neden üzerimize geldiniz, bunun gerçek sebebi nedir?’ diyerek açıklama istedi. Rebî şöyle konuştu:
‘Allâh’u Teâlâ, kullarını, kullara kulluktan çıkarıp, yalnızca kendine kul yapmak, dünyanın darlık ve perişanlığından çıkarıp onları rahat bir hayata kavuşturmak, bâtıl dîn ve inanışların zulüm ve kötülüklerinden kurtarıp İslâm’ın adâletine ulaştırmak için bizleri buraya gönderdi. Allâh bizleri, hak dînini insanlara iletmekle görevlendirmiştir ki halkı dâvet edelim. Kim, bu dâveti kabul edecek olursa biz de ondan razı ve memnun olur, tekrar geldiğimiz yere gideriz. Ama kim de reddederse Allâh’ın bize vadettiği mükâfatı elde edinceye kadar onunla savaşırız.” [İbni Kesir; El-Bidaye Ve’n-Nihaye]
İran ordusu, o zamanın en büyük iki ordusundan biriydi. Müslümanlarla olan savaşlarında seksen bin yedek, yüz yirmi bin hazır askere sahiptiler ve bunlardan otuz bini, kaçmamaları için zincirlerle birbirine bağlanmıştı. İran ordusunun bu şaşaasına mukâbil, İslâm ordusunun otuz dört bin hazır askeri mevcuttu. Hal böyleyken Rebî bin Âmir radıyallâhu anhu tek başına bir elçi olarak, Rüstem’in karşısına çıkıyor, anlatılmaz bir şecaat ile İslâm’ın izzetini gösteriyordu.
Rebî radıyallâhu anhu’nun bu kıssası, uçsuz bucaksız bir denizden şırıngayla çekilmiş bir miktar numunedir. Bu numune, aslında denizin özelliğini ortaya koyuyor. Dememiz o ki, sadece Rebî radıyallâhu anhu değil, Ashâb-ı Kirâm’ın her biri izzet sahibiydi. Bu kıssa Ashâb-ı Kirâm’ın izzet dolu yaşantılarından sadece bir örnektir. Peki, onları böylesine izzetli kılan esbâb nelerdir?
Şimdi de Allâh’u Teâlâ’nın yardımıyla, bu sebeblere değinmeye çalışalım:
- Takvâ ve Verâda Zirvedirler
Allâh’ın azabından hakkıyla korkan kul, takvâ ve verâ özelliğine sahib olur. Ümmet bunun en güzel örnekliğini, Ashâb-ı Kirâm radıyallâhu anhum’da görmektedir. Onları izzete ulaştıran en büyük sebeblerden biri de Allâh’tan hakkıyla ittika etmeleridir. Bu duruma yakından göz atalım. İbnu’l-Cevzi naklediyor: “Ömer radıyallâhu anhu elini ateşe yaklaştırır ve ‘Ey ibnu’l-Hattab, buna dayanabilir misin? derdi.”
Bir gün Rasûlullâh aleyhisselâm, Ömer radıyallâhu anhu hakkında şöyle buyurmuştur: “Ben, cinlerden ve insanlardan olan şeytanların Ömer’den kaçtıklarını görüyorum.” [Tirmizi]
Allâh’u Teâlâ’dan hakkıyla korkandan, korkması gereken mahluk da korkar. Bunun sebebi, Allâh Azze ve Celle’nin takvâ ve verâ ehlini izzetli kılmasıdır.
- İhlâsta Simgedirler
Ashâb-ı Kirâm, Allâh’u Teâlâ’nın razı olduğu her bir özellikte olduğu gibi, ihlâsta da önder şahsiyetlerdi. Onların ihlâsı bir kefeye, geri kalan ümmetin ihlâsı başka bir kefeye… Ashâb-ı Kirâm’a baktığımızda; şirkten uzak durarak akîdelerinde, riyâdan uzak durarak amellerinde ihlâslı olmuşlardır. Onlar, her alanda Allâh’u Teâlâ için niyetlerini ihlâslı kılmışlar, Allâh Azze ve Celle de bunun karşılığında onlara izzet ve şeref kapılarını açmıştır.
- İlim ve Amelde Meşaledirler
Vallâhi onlar (radıyallâhu anhum), sularını en berrak hayat pınarından almışlar, İslâm’ın temellerini sapasağlam atmışlardır. Mekke’nin Dâru’l-Erkam’ında, Medîne’nin Suffe’sinde Rasûlullâh’ın rahle-i tedrisinden geçerek ümmetin yanan meşaleleri olmuşlardır.
İşte ilme olan iştiyâkıyla ön safta yer alan, Ashâb-ı Suffe’den Ebu Hureyre radıyallâhu anhu… O, kendisini ilme adamıştı. Rasûlullâh aleyhisselâm’ı bir gölge gibi takip ediyordu. Gece-gündüz mescidde kalıyor, oradan hiç ayrılmıyordu ve şöyle diyordu: “Yetim olarak büyüdüm, fakir olarak hicret ettim.” [Ebu Nuaym; el-Hılye]
Öğrenilen ilimle amel etmemek olur mu? Böylelerine Allâh’u Teâlâ lanet etmiştir. Bu sebeble Ashâb radıyallâhu anhum, öğrendikleriyle derhal amel ederlerdi. İbni Mes’ud radıyallâhu anhu şöyle demiştir: “Bizden bir kişi; on âyet öğrenince, onunla amel edinceye kadar bu on âyeti bırakıp başkalarına geçmezdi.” [İbni Kesir; Taberî]
Ashâb-ı Kirâm radıyallâhu anhum’un ilme olan iştiyâkı ve onunla derhal amel etmesi, onları izzete götüren sebeblerdendir. Bunu, ilimle biraz olsun iştigâl etmiş ve onu ameline yansıtmış kimseler anlayabilirler.
- Dâvet ve Cihadda Kandildirler
Ümmet-i Muhammed’in özelliklerine baktığımızda iki özelliğin hiç onlardan ayrılmadığını görürüz: Birincisi; doğru zamanda ve zeminde dâvet, ikincisi; kıtalî cihad… Bu ümmetin kandilleri olan Ashâbı Kirâm, dâvet ve cihadda da önder şahsiyetlerdi. Bu durum onlar için başlı başına bir izzet sebebiydi.
Dâvet, kansız fetihlere vesile olan bir cihaddır. Rasûlullâh aleyhisselâm, bu dâvet cihadını gerçekleştirmesi üzere Musab’ını seçiyor ve onu Yesrib’e, müstakbel İslâm Devleti’ne yolluyordu. Musab radıyallâhu anhu orada insanları İslâm’a dâvet ediyordu. Öyle ki Ensar’ın arasında erkek ve kadın Müslümanın bulunmadığı bir ev kalmamıştı. [Beyhaki; Delâilu’n Nubuvve]
Hâlid bin Velîd radıyallâhu anhu kıtal ile cihad dendiğinde Sahâbe radıyallâhu anhum’un arasında akla ilk gelen isimlerdendir. Onun cihada olan tutkusunu, şu sözlerinden rahatlıkla anlayabiliriz: “Düşmana saldırdığım soğuk, buzlu bir gece, sevdiğim bir gelinin bana hediye edildiği geceden daha sevimlidir.” [el-Heysemi; el-Mecma]
Subhânallâh! İşte, dâvet ve kıtal cihadını hakkıyla yerine getirmiş, iki güzel sahâbe… Biri Medîne fatihi diğeri ise Allâh’ın kılıcı Yermük muzafferi… Her ikisi de hayatlarını izzet ve şeref içinde yaşadılar ve Rablerinin razı olduğu hal üzere canlarını teslim ettiler. İşte hayatlarındaki bu izzet, mükemmel bir kulluğun neticesinde, Allâh’u Teâlâ tarafından onlara verilen bir lütuftur.
Son Sözümüz
Ey izzete talib olan kardeşim!
Bizler gördük ki; maddeleriyle ve manalarıyla kendilerini İslâm’a adamış olan Ashâb-ı Kirâm radıyallâhu anhum’a izzet bir ikram olarak bahşedilmiştir. Bugün ise izzetin bizden alındığını müşahede etmekteyiz. Bunun sebebini şöyle özetlemek mümkün; terk ettik ve terk edildik. Takvâyı ve verâyı terk ettik! İhlası terk ettik! İlmi ve ameli terk ettik! Dâveti ve cihadı terk ettik! Sonucunda da izzet bizi terk etti. Hamdolsun akîdelerimiz İslâm üzeredir. Ancak izzetin bizden alınışı gösteriyor ki, Rabbimiz eksiklerimiz için bir tevbe ve ıslah hareketi istemektedir. Sahâbe radıyallâhu anhum’un yukarıda zikrettiğimiz özelliklerine biraz olsun haiz olabilirsek, Rabbimiz bizlere kaybettiğimiz izzeti tekrardan bahşedecektir. İşte o zaman Rüstemlerin karşısında kıyâm eden Rebîler olacağız, inşallâh.
Rabbimiz, biz aciz kullarını ıslah eylesin, bizlere razı olduğu amelleri kolaylaştırsın ve ümmet olarak yitirdiğimiz izzeti tekrardan kazanabilmeyi nasib eylesin, Allâhumme âmin.
Selâm ve duâ ile…
İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek İzzeti Hak Etmek
Selâm ve dua ile…
Ali Eren
İktibas Yapacakların Dikkatine!