Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür.
Ahmed b. Hânbel rahimehullâh “Allâh’ın, her yüzyılın başında Muhammed ümmetine bir müceddid göndereceğini” ifade eden hadîs-i şerîfi delil getirerek ilk yüzyıl müceddidinin Ömer b. Abdülazîz; ikinci yüzyıl müceddidinin ise İmâm Şâfiî olduğunu söyler. Ahmed b. Hânbel’in bu kanaâti ulemâ tarafından genel kabul görmüştür. Ebû Ya‘kûb İshâk b. Râhûye, Ebû Recâ‘ Kuteybe b. Saîd ve Ebû Dâvud rahimehullâh gibi birçok önemli alîm de İmâm Şâfiî’nin “imâm” mertebesinde olduğunu belirterek ilminin yüksekliğini ifâde etmişlerdir. Yahyâ b. Ma‘în de: “Nasıl ki güneş ışık verip dünyaya hayat veriyorsa İmâm Şâfiî de aynı şekilde insanlara hayat vermektedir” der. [Eyyüp Akdağ, İmâm Şâfiî’nin Hayatı ve Bazı Meziyetleri]
Tam adı Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî’dir. İmâm-ı Azam Ebû Hanife’nin vefat ettiği Hicrî 150 (m. 767) yılında, Gazze’de doğmuştur. Aslen Kureyşlidir ve altıncı kuşak dedesi Abdimenâf’ta Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile soyu birleşmektedir. Küçük yaşta iken babası vefât edince annesi onu, nesebinden uzak kalmaması için Mekke’ye götürür.
İlîm almasını çokça arzulayan annesi, işlerini yapma karşılığında Muhammed’i bir hocanın yanına verir. Muhammed burada kısıtlı imkânlar ile temel ilimleri öğrenir. Öyle ki, yazı malzemesi ihtiyacını divan atıkları, çevreden bulduğu kemikler ve ince deri parçalarıyla karşılar. Bunlara rağmen öğrenciler arasında güçlü hafızası ve derin fıkıh yeteneği ile sivrilir. Dokuz yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzeder ve on iki yaşında Mescid-i Haram’da Kur’ân-ı Kerîm dersleri vermeye başlar. İlme olan şevkini kendi diliyle şöyle anlatır; “ ‘Çocukken iki şeye ilgi duydum, bunlardan biri ok atma diğeri ise ilimdi, öyle ki ok atıcılığında onda on isabet edecek bir maharete ulaştım’, dedi ve ilim hakkında sustu. Amr b. Sevvâd buna karşılık dedi ki; ‘sen ilimde ok atıcılığında olduğundan çok daha üstünsün.’’
Bir gün hocasından Arapça’nın artık değişip bozulduğunu ve Kur’ân-ı Kerîm’i asr-ı saâdette anlaşıldığı gibi anlamanın zorlaştığını dinler. Saf Arapça’nın halâ konuşulduğu nadir yerlerden biri olan Huzeyl kabilesini öğrenince kabilenin yanına gider ve dört sene onlarla yaşar. Bu sırada onlardan Arapça, Arap tarihi, edebiyat ve şifa ilmi gibi ilimler öğrendi.
İmâm Şâfiî’nin ilim tahsilinde en önemli bölüm Medine’ye gidip İmâm Mâlik’in talebesi olmasıyla başlar. Bunun için bir arkadaşından ödünç olarak aldığı üç bin sekiz yüz hadîs-i şerîf içeren Muvatta’yı on dört günde ezberler. İmâm’ın yanına gittiğinde öylesine ilgisini çeker ki adet olduğu üzere ilgilenmesi için bir öğrencisinin yanına vermek yerine Şâfiî’yi bizzat kendi öğrencisi olarak kabul eder. Bundan sonra Şâfiî, İmâm Mâlik’in en gözde öğrencisi olur, onun vefatına kadar yanında kalır.
Hocasının vefatıyla Medine’den ayrılır ve Yemen valisinin görevlendirmesiyle bir dönem kadılık yapar. Ardından Bağdat’a giderek Ebu Hânife’nin talebesi İmâm Muhammed’den ders almaya başlar. Böylece ehl-i rey ekolünü de fıkhetmiş olur. Derslerini tamamladıktan sonra memleketi Mekke’ye tekrar döner ve dokuz sene süreyle Mescid-i Haram’da ders halkalarında ders verir. Sonra tekrar Bağdat’a döner, ders vermeye burada devam eder. Ders verdiği önemli alimler içerisinde Âhmed b. Hânbel rahimehullâh da vardır. Buradan Mısır’a geçmiş ve ömrünün sonuna kadar da ayrılmamıştır.
Ölüm döşeğindeyken ziyaretine gelen bir öğrencisine “Bu dünyadan göçer oldum, kardeşlerimden ayrılıp Allâh’a varır oldum, Ölüm şerbeti içer oldum ve kötü amellerimle karşılaşır oldum. Bilmiyorum, ruhum cennete mi gidiyor onu tebrik edeyim, yoksa cehenneme mi? Onun acısını paylaşayım’’ dedi ve ardından şu şiirini okudu:
Katılaşınca kalbim ve daralınca yollarım;
Yalvarışımı affına merdiven kılarım
Büyüklendi bana günahım, ama affınla karşılaştırınca
Ey Rabbim; daha büyük geldi affın..
İmâm Şâfiî rahimehullâh, h. 204 yılında Recep ayının son cuma gecesi Rabbine kavuştu.
Şâfiî’nin güzel yüzlü bir kişi olduğu, sünnete uymak amacıyla saç ve sakalını kınayla boyadığı, yemin etmekten titizlikle sakındığı, gecenin bir bölümünü ibâdetle geçirdiği, daha fazla Kur’an okuyabilmek için teravih namazlarını evinde yalnız kıldığı, böylece bir ayda çokça hatim yaptığı, rehavete yol açıp çalışmaya ve ibâdete engel olduğu için fazla yememeye özen gösterdiği, yüzüğünün kaşına, “Allâh, Muhammed b. İdrîs’in güvencesidir” ibaresini nakşettirdiği rivayet edilir.
Ehli Sünnetin Bir Kalesi
İmâm Şâfiî rahimehullâh’ı tanımak onun şahsında diğer üç ehli sünnet imâmını da tanımaktır. Kendisi Ebu Hanife’nin öğrencisi olan Ebû Muhammed’in öğrenciliğini yapmış, ondan ehl-i rey ekolünü öğrenmiştir. Ardından İmâm Mâlik’in yanında dokuz sene talebelik yapmış ve icazet almıştır. Ahmed b Hanbel’e ise beş sene kadar hocalık yapmıştır.
Buradan görürüz ki İmâm Şâfiî’yi tanımak dört mezhebe de vâkıf olmak demektir.
Ayrıyeten bulunduğu dönemde ortaya çıkmış olan bidât fırkalarına da ilim ışığında cevap vermiş, onlarla meclislerde bulunmuş ve delillerini çürütmüştür. Özellikle dönemin fitnelerinden olan Mutezile mezhebinin fikir insanlarıyla yaptığı tartışmalar çok ses getirmiş, halk tarafından ilgiyle takip edilmiştir. Mutezile yandaşı olan dönemin yönetimini karşısına almak pahasına geri durmamış, duran ehli sünnet alimlerine ise ses çıkarmaları için çağrıda bulunmuştur.
Böylelikle Allâh Azze ve Celle, her dönemde olduğu ve olacağı gibi o dönemde de dinini tevhîd ehlinin eliyle korumuştur.
İlme Olan Hırsı
İlim yolu dikenli bir yoldur; hırs, istikamet ve istikrar olmadan bu yolda yolculuk olmaz. Hırs ise sadece İslâm için ve İslâm adına olup bize istikamet ve istikrar verdiğinde değerlidir. İmâm Şâfii rahimehullâh bu anlamda en örnek alınası önderlerimizdendir. Şu sözü onun ilim hırsını özetler niteliktedir: ‘Bir annenin çocuğuna olan hırsı neyse benim de ilme olan hırsım öyledir.’’
İmâm Şâfii, ilimle ilk tanıştığı andan itibaren hayatının merkezine ilmi koymuş ve ömrünün sonuna kadar bu değişmemiştir. Çocukluk yıllarında ders halkalarına katılma imkânı yoktur ancak o, talebeleri sadece dışarıdan dinleyerek Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştir. Katılma imkânı bulduğunda da kırtasiye ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çevreden kemik ve kullanılmış kâğıt toplayarak eğitimine devam etmiştir.
Dönemin en önemli hadîs-i şerîf külliyatı olan Muvatta’yı okumayı çok istemektedir fakat temin edecek imkânı yoktur. Sahip olan bir arkadaşına rica eder ve arkadaşı kısa bir süre için Muvatta’yı ona ödünç verir. Arkadaşı kısa sürede eserin tamamını okuyabileceğini dahi düşünmezken İmâm, on iki gün içerisinde içindeki tüm hadîsleri ezberler. Bu muhakkak İmâm’ın ilim hırsının bir sonucudur.
Bir başka misal de, bir gün hocasından Kurân-ı Kerîm Arapçasını en iyi Huzeyl kabilesinin konuştuğunu dinlemesidir. Kurân dilini daha iyi anlamak adına bu kabilenin yanına yerleşmiş, dört sene boyunca onların işlerini yapma karşılığında saf Arapça’yı öğrenmiştir. Bu sırada henüz on dört yaşındadır.
İbâdetler Hususundaki Hassâsiyeti
İmâm Şâfiî, namazı dinin direği kabul etmiş ve bu ibâdete özel bir önem vermiştir. Namazı huşuyu önemseyen İmâm Şâfiî, mümkün mertebe namazlarını hep cemaatle kılmıştır. Bu hususta cemaatle kılınan namazın daha faziletli olduğunu ifade eden hadîs-i şerîfi rehber edinmiş ve bu hadîsi rivayet eden râviler arasında kendisi de yer almıştır.
İmâm Şâfiî, geceyi üçe taksim etmiş; ilk bölümünü kitap telifine, ikinci bölümünü ibâdete ve üçüncü bölümü de istirahate ayırmıştır. Fetva vermeye başladığı on beş yaşından vefat edinceye kadar geceleri hep bu şekilde ihyâ ederek geçiren İmâm Şâfiî, teheccüd namazına özel bir hassasiyet göstermiştir. İmâm Gazzâlî, İmâm Şâfiî’nin gece ibâdetlerini aksatmadığını hatta bazı zamanlar saçının perçemine ip bağlayarak uykusunun dağılmasına gayret gösterdiğini anlatır.
Birçok gece yanında kalan talebesi el-Hüseyin el-Kerâbîsî, İmâm Şâfiî’nin geceleri namazda genel olarak elli âyetin üstünde okumadığını ancak çok okumak isterse bunun yüz âyeti bulacak şekilde olduğunu ifade etmiştir.
İmâm Şâfiî kıraatında rahmet âyetleri geldiğinde kendisi ve tüm Müslümanlar için Allâh’tan merhamet istemiş, azap âyetleri geldiğinde ise kendisi ve diğer bütün Müslümanlar için Allâh’a sığınmış ve yalvarmıştır. İmâm Şâfiî’nin ibâdet hayatına baktığımızda Kur’ân-ı Kerîm kıraatının önemli bir yer işgal ettiğini görmekteyiz. Hemen hemen tüm kaynaklarda İmâm Şâfiî’nin Kur’ân’ı çok güzel okuduğu beyan edilmektedir. Muhakkak ki bu okuyuşunda dile vukufiyeti ve edebî yönünün güçlü olmasının yanı sıra manaya nüfuzu da etkili olmuştur. Uzak yerlerden bile insanlar gelerek İmâm Şâfiî’yi dinlemişler ve onun okuyuşundan manevî lezzet almışlardır. Hüzünlü bir makamda Kur’ân okuyan İmâm Şâfiî günde bir hatim yapmış, Ramazan ayı geldiğinde ise kıraatı fazlalaştırarak hatim sayısını altmışa tamamlamıştır.
Kur’ân’ı hüzünlü okuyan İmâm Şâfiî, kendisi okuduğunda duygulandığı gibi başkalarının kıraatını dinlediği zaman da âyetlerin manalarına dalarak aynı şekilde duygulanmıştır. Zâhit ve muttakîlerden el-Hâris b. Lebîd’in okuduğu [Mürselât: 77/38-40] âyetlerini dinleyen İmâm Şâfiî, şiddetli ağlamaya tutularak şöyle demiştir: “Ey Allâh’ım! Âriflerin kalbi sana haşyet gösterir. Gâfil ve yalancı olmaktan sana sığınırım.”
Esasında İmâm Şâfiî’nin duygusallaşması hatta düşüp bayılması sadece Kur’ân-ı Kerîm okurken veya dinlerken olmamıştır. O, hadîs konusunda da benzer tavırları sergilemiştir. Üstadı Süfyân b. ‘Uyeyne’nin meclislerine katılan İmâm Şâfiî, ahireti anlatan bir hadîsi dinlediğinde duygusallaşmış, ağlamış ve hatta yere düşerek bayılmıştır. Mecliste bu duruma şâhit olanlar Muhammed b. İdris’in öldüğünü zannetmişlerdir. Bu olaya vâkıf olan Süfyân b. ‘Uyeyne: “Eğer Muhammed b. İdris ölmüş ise zamanın en faziletlisi ölmüştür” diyerek İmâm Şâfiî’nin değerine işaret etmiştir.
İmâm Şâfiî’nin ibâdet hayatında namaz ve Kur’ân kıraatı önemli bir yer işgal etmektedir. İmâm Şâfiî, Kur’ân ve diğer ilimleri öğrenme konusunda insanları şu şekilde uyarmıştır: “Kur’ân’ı öğrenin (hıfzedin)! Çünkü Kur’ân’ı öğrenenin kıymeti büyük olur. Fıkıh alanında konuşanın kadri yüce olur. Hadîs yazanın hücceti kuvvetli olur. Dil/lügat ile ilgilenenin tabiatı inceleşir. Matematiğe ilgi duyanın görüşü isabetli olur. Nefsini korumayanın ilmi ise hiçbir şekilde kendisine fayda vermez.”
İmâm Şâfiî’nin namazlara verdiği önem ve ibâdetlerdeki konsantrasyonuyla ilgili bir hikâye mevcuttur. Bir gün camide namaz kılarken, cemaatten biri ona bir soru sormak istemiş ancak İmâm Şâfiî namazın yoğunluğu ve konsantrasyonu içinde olduğu için fark etmemiştir. İmâm Şâfiî, namazını bitirdikten sonra soruyu soran kişiye dönerek, “Sorunu tekrar et, çünkü ben namazdaydım ve Allâh’la konuşurken seni duyamadım.” şeklinde cevap verir.
Bir gün mescide gitmek üzere yola çıkmadan önce, arkadaşlarından biri ona “Mescide vaktinden çok önce niye gidiyorsun?” diye sorar. İmâm Şâfiî güler ve şöyle cevap verir: “Eğer bir kral sizi çağırırsa, erken gitmek için acele eder misiniz? İşte ben, Rabbimin çağrısına yanıt vermek için erken gitmek istiyorum.”
Sıkıntılı bir dönemden geçen birine ibâdetin faydalarını anlatırken şöyle dedi: “Kalbindeki huzursuzluk ve sıkıntıyı azaltmak istiyorsan, Rabbine yönel ve O’na ibâdet et. Namaz kıl, duâ et ve Kur’ân oku. İbâdetin hafifletici etkisini göreceksin.”
Sonuç
Kuşkusuz İmâm Şâfiî’nin hayatı ve dâvâsı, günümüzde öndersiz ve gaflet içerisinde olan biz Müslimler için gerçek bir uyarıcı ve yol göstericidir. Bundandır ki bir Müslim için İmâm Şâfiî’yi tanımak, Allâh Azze ve Celle’nin izni ile tevhîdi anlamaktır. Dâvânın önemini kavramak ve yüz yıllardır içerisinde olduğu derin uykudan uyanmak için bir sebep bulmaktır. Amellerini ıslah etmeye çalışmak ve hayatında ibâdetleri daha fazla ehemmiyet göstermesidir.
Rabbimize duâmız; İmâm Şâfiî’den razı olması, bizleri de onun izinden giden ve onun tevhîd dâvetini sürdüren kullarından kılmasıdır…
Yazımızdaki tüm kusurlar ve hatalar bize aittir; el-Azîz olan ise yüce Allâh’u Teâla’dır.
Selâm ve duâ ile…
Ümmü Abdullah
Bir Cevap Yaz