Mukaddime:
Hamd âlemlerin rabbi olan Allaha mahsustur. Ona hamd eder. Ondan yardım ve mağfiret dileniriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz saptırdığını kimse hidayete erdiremez. Şahadet ederiz ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahadet ederiz ki, Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve resulüdür.
İlmin Allah katında olan değeri malumdur. Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Deki: Rabbim, ilmimi arttır.” (Taha, 20/114)
Resullullah (s.a.v) yine şöyle buyurmuştur. “İlim taleb etmek kadın, erken her Müslümana farzdır.” (İbn Mace) Buna rağmen ne acıdır ki ilme olan önemin hatta kendisinin ortadan kalktığına şahit olmaktayız.
İçler acısı olan bu durumu Enes’den (r.a) gelen rivayette, Resulullah (s.a.v) bize şöyle haber vermektedir. “İlmin kaldırılması, cehaletin yerleşmesi, içkinin içilmesi ve zinanın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.” (Buhari)
İşte âcizane olarak bende, bu zaman diliminde ilme olan önemin azalmasından dolayı Allah’u Teâlâ’nın, salih kullarını hatırlamak adına onların yaşanmış hikâyelerini paylaşmak istedim. Bu sayede belki, neden övülmüş olduklarını, Allah azze ve cellenin onları neden bu denli bereketli kıldığını anlayabiliriz. Rabbim faydalı kılsın. Allahumme âmin.
İlim Uğrunda Yaşanmış Hikâyeler:
Birinci:
Söze, Hz. Musa’nın (a.s) konuyla ilgili kıssasından başlamak istiyorum. Buhari, Sahih’inin (kitabu’l-ilm) kısmında (I, 153) şöyle bir başlık açar: “Hz. Musa’nın (a.s) denizden Hızır’a (a.s) gitmesi ve “Sana veriler doğru bilgiden öğrenmen için seninle gelebilir miyim?” (18/66) anlamındaki ayet-i kerime hakkında söylenenler bahsi’’ (18/63-64).
Sonra da İbn Abbas’a (ra) varan ravi zinciriyle şunları nakleder:
İbni Abbas’la Hürr b. Kays el-Ferazi, Musa’nın (as) Kur’an-ı Kerim’de adı geçen arkadaşının kim olduğu konusunda anlaşmazlığa düştüler. İbn Abbas, Hızır olduğunu söylüyordu. Bu sırada oradan geçmekte olan Ubeyy b. Kab’ı yanına çağırdı ve dedi ki: “Şu arkadaşımla ben, Hz. Musa’nın (a.s) aradığını bulmak için yol sorduğu arkadaşı hakkında anlaşmazlığa düştük. Sen onunla ilgili olarak Peygamberimizden bir şey duydun mu?” O da: “Evet” dedi. Resullah’ın (sav) şöyle dediğini duydum: “Musa (a.s) İsrailoğulların’dan bir topluluk içerisinde iken, bir adam gelip ona; “senden daha ilimli birisini tanıyor musun?” diye sordu. Musa (as); “hayır” deyince, Allah (c.c) ona şöyle vahyetti: “Evet, kulumuz Hızır senden daha çok bilir.” Bunun üzerine Hz. Musa (a.s) onu bulmanın yolunu aradı. Allah’da (c.c) balığı ona delil kıldı ve ona, ‘’balığı kaybettiğin an dön, işte orada onu bulacaksın’’ dendi.
Denizde balığı izlerken, genç adam Musa’ya (a.s) dedi ki, ‘’Eyvah, kayaya sığındığımız zaman ben balığı unuttum. Onu bana şeytandan başkası unutturmamıştır… (Musa da) işte, bizim aradığımızda bu idi, dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geriye döndüler.’’ (18/63).
Bunun üzerine Hızır (a.s) ile buluştular. İşte bu, Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın (cc), onların durumlarıyla ilgili olarak anlattıklarındandır.”
Hafız İbn Hacer bu Hadis-i Şerifi şerh ederken şunları söyler:
“Bu bahis, ilim alma yolunda zorluklara katlanmaya teşvikler ile ilgilidir. Çünkü ancak arzu edilen şey uğrunda sıkıntılara katlanılabilir. Şerefli ve yüksek bir makama sahip bulunması, Musa’yı (as), ilim aramaktan ve bu uğurda, kara-deniz demeden dolaşmadan alıkoymamıştır. [Fethu’l-Bari]
Anlaşılıyor ki, üstün makam ve rütbe dahi olsa, ilim yolunda sıkıntı çekilmiştir. Ve ayrıca, bu kıssada Peygamber dahi olsa ilim ehline karşı tevazu ve sabra işaret vardır.
İkinci:
Konumuza sahabeden Ebu Zerr (r.a) ile devam ediyoruz. Mekke’den bir Peygamber çıktığı haberi üzerine Mekke’ye ilk geldiği zaman başına gelenler meşhurdur. Kardeşinin oğlu Abdullah b. Samit el-Gifari nakleder:
Ebu Zerr (r.a) anlattı:
Mekke’ye gittim. Zayıf ve gariban bir adam bulup durumu ona sordum -Zira zayıflar, genellikle kötülüklerden emin olan kimselerdir- dedim ki: “’Sabii dediğiniz o adam nerededir? Bana döndü ve: “Sabii ha! Diye bağırınca, vadide bulunanlar, taş, kemik ne varsa hepsini yağdırdılar. Bayılıp düşmüştüm. Kalktığımdan ‘’Kırmızı Taşlara’’ dönmüştüm. -Cahiliyede diktikleri taşların yanında kurban kestiklerinden taş kan olurdu-. Devam ediyor: “Zemzeme gidip kanlarımı yıkadım. Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu. Yine de beslendim. Hatta göbeğim yağ bağladı. Açlıktan hiç bir eser duymadım.’’ [Muslim]
Kıssanın devamında Ebu Zer (ra), Resulullah ile ilk tanışmasını yapacaktır. Ve sonra Ebu Bekir (ra), onu evine götürüp karnını doyuracaktır.
Sahabelerimizin ilim ve hak uğrunda çektiklerinden sadece birisi. Ebu Zer (ra) Mekke’de tam on beş gün ve on beş gece, açlık ve musibet karşısında yılmadan kalmıştır. Tek derdi hakkı arayıp bulmaktı. Onun bu sebatı, oldukça güzel bir örnektir.
Üçüncü:
Şimdi de Tabiinden olan abid, fakih (Mesruk b Ecda’ el-Hemedani) el- Yemeni el-Kufi ile ilgili habere bakalım. İbni Abdulber nakleder:
“Mesruk tek bir kelime için sefere çıkmıştır. Ebu Said de –Hasan Basri olmalı- yine bir kelime için çıkmıştır.” [Camiu Beyanil-ilm]
Değerli selefimizin, nasıl böylesi ilme sahip olduğu aslında ortadadır. Bugün bizler için ilme ulaşmak, bir klavye uzağımızda olmasına rağmen, ilim taleb edenlerin sayısı üzücü boyuttadır.
Dördüncü:
İbnul-Medini diyor ki:
“Şa’bi’ye, bütün bu ilmi nasıl öğrendin?” diye sordular. O da: “Duyduklarıma güvenmemek, diyar diyar dolaşmak, cansız varlıklar gibi sabretmek ve karga gibi erken davranmakla’’ diye cevap verdi. [Tezkiretul-Huffaz]
İlim elde etmek, oldukça meşakkatli bir yoldur. Resulullah (sav)bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “İlim, ancak öğrenim iledir.’’ [Taberani]
Hakiki manada öğrenmek isteyen için ise çalışma ve uğraş kaçınılmaz bir gerçektir. Görüldüğü üzere Şa’bi’de, ilim uğrunda bir kesb ortaya koymuştur. Ve sonucunda onun ismini şuan bile zikretmekteyiz.
Beşinci:
Darimi nakleder: Değerli Tabii Sa’id b Cübeyr (v. 95) söyledi:
“İbni Abbas’la beraber geceleyin Medine yolunda yürüyorduk. Bir taraftan o hadis anlatıyordu. Bende onun anlattıklarını semerin önüne kaydediyor, sabah olunca da yazıyordum.” [Darimi]
Gece karanlığında, teknolojik imkânlara sahib olmadan hadis kaydetmek! Ne kadar kolay olabilir ki? Bugün ise, Allah (cc), bize her türlü imkânı sunmuşken, bizler adeta ilme küsmüş durumdayız. İlme küstüğümüzden dolayı, bu haberleri anlamak da güçlük çekiyoruz. Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “(Bu örnekleri) yalnızca âlimler akleder.” [Ankebut, 43]
Altıncı:
İbnul’l Kasım anlatıyor:
“On yedi sene Malik’in kapısında kaldım. Orada ne bir şey sattım, nede bir şey satın aldım. Yanında kaldığım bir sırada, Mısır’a gitmekte olan birisi geldi. Ağzı burnu burkalı bir delikanlıydı. Yanımıza girdi, Malik’e selam verdi ve “İbnü’l Kasım aranızda mı?” diye sordu. Beni gösterdiler. Gelerek gözlerimi öpmeye başladı. Onda bir koku hissettim. Evlat kokusu gibi. Birde ne göreyim, oğlum değil miymiş?
İbnu’l Kasım, annesi ona hamileyken terk edip çıkmıştı. Amcasının kızıydı o. Seferde çok uzun uzun kalacağı için, onu dilediğini yapmakta serbest bırakmıştı. Oda beklemeyi tercih etmişti. [Tertibu’l-Medarik]
Hanımlar ve çocuklar, Allah azze ve celle’nin bize sunduğu büyük bir sınavıdır. O şöyle buyurmuştur: “İnsanlara kadınlar, oğullar… gibilerinden şehvet sevgisi bezendi.” [Ali İmran, 14]
İbnu’l Kasım ise ilim uğrunda, öyle fedakâr davranmıştır ki, ailesinden vazgeçmiştir. Herkese olduğu gibi ona da ailesi sevimliydi. Ancak, doğru ya! Ulema’nın ilk eşi her zaman ilim olmuştur.
Yedinci:
Zevkani diyor ki:
“Taberani’ye, çok hadis rivayet edebilmesinin hikmetini sordular; “Otuz yıl hasır üstünde uyudum; diye cevapladı.” [Tezkire]
Birçok hikmet saya biliriz ama imam Taberi özellikle yatak konusuna değinmiştir. Gerçekten de bakıldığında yatma yerinin önemi, özellikle ilim ve ibadet konusunda etkin bir faktördür. Rahat yerde yatanın uyanması zordur. Uyanamayan kişi de birçok şeyden gafil kalmıştır. Günümüzün yatakları öyle konforludur ki, uykuyu ilme, hatta çoğu zaman ibadete tercih etmek çok daha kolay. İşte Selefimiz, o rahat yatağından, çok uzun zaman uzak kalmıştır. Ayrıca, Resulullah’ın (sav) da yatağının hasırdan olduğunu çoğumuz bilmekteyiz.
Sekizinci:
Zehebi; Ali b. Ahmet el-Harzemi’nin, İbn Ebu Hatim’den şöyle duyduğunu kaydeder:
“Mısır’da yedi ay kaldık ki, bir çorba dahi içmedik. Gündüz hadis üstadlarını dolaşıyor, gece olunca da yazıp karşılaştırma yapıyorduk. Bir gün bir arkadaşımla bir şeyhe gitmiştik. Hasta olduğunu söylediler. Dönerken balık gördüm. Hoşuma gitti, satın aldım. Eve vardığımızda başka bir üstadın vakti gelmişti bırakıp gittik. Balık üç gün bekledi. Kokmaya başlamıştı. Kızartmaya zaman bulamadığımızdan onu çiğ yedik.” Ve ilave eder: “İlim beden rahatlığıyla elde edilmez!’’ [Tezkire]
Hatır için çiğ tavuk yenir derler. Tavuk yenir mi bilmiyorum ama selefimiz ilim için çiğ balık yemiştir.
Dokuzuncu:
Şimdi âlim Halil b. Ahmet el-Ferahidi’nin (v. 170) ilim uğrunda düştüğü duruma bakalım:
İbni Hallikan, hayatını yazarken onun fakirliği ve yoksulluğu konusunda şunları nakleder: “Talebesi Nadr b. Şumeyl anlattı: Halil, Basra’ da kamıştan bir kulübede kalırdı. Ondan ders alanlar onun sayesinde nice varlıklar elde ederlerken onun iki kuruşu bile yoktu. Bir gün şöyle dediğini duydum: “Kapımı üzerime kilitliyorum ki, kederlerim onu dışına taşımasın.” [Vefeyat]
Okurken hüzünlenmemek mümkün değil. Ama asıl üzülmesi gereken ilimden gafil olanlardır. Onlar (inşaAllah) dünya ve ahiret saadetine ulaştılar.
Onuncu ve Sonuncu:
Yazıma konuyu özetler nitelikte bir haberle son vermek istiyorum. Hatip el-Bağdadi, Buhari’nin (v.256) hayatını anlatırken, Ömer b. Hafs el- Aşkar’ın şu sözlerini nakleder:
“Basra’da hadis yazmakta iken, Buhari’yi bir kaç gün kaybettik. Aradık ve onu nihayet bir evde çıplak bulduk. Her şeyi bitmiş, yanında hiçbir şeyi kalmamıştı. Bir araya geldik bir miktar para toplayarak bir elbise satın alıp ona giydirdik. Sonra oda bizimle beraber hadis yazmaya çıktık.”[Tarihu Bağdat]
İslam’a gerçek değeri verip uğrunda her şeyinden olmak ve en sonunda çıplak kalmak nasıl bir duygu asla bilemeyeceğiz. Çünkü bizler, yarın hangi gömleğin altında hangi paltolunun ya da şalvarı giymenin derdine şimdiden düşmüşüz. Dünya, ona değer verenindir. Ahiret yurdu ise, Allah (c.c) için dünyasından vazgeçenindir.
Hatime:
İşte Allah’ın (c.c) imanlarını kemal derecesine ulaştırdığı salihler ve onların yaşanmışlık hikâyelerinden sadece birkaçı. Onlar, göl kenarlarında, meyve ağaçlarının altında ilim tahsil etmediler. Bilakis et, kan, gecenin karanlığı, çölün kavurucu sıcağı, açlık ve susuzluk, gurbet, yoksulluk, ezici çaresizlik, kimsesizlik ile sınandılar ve bunlara rağmen ilme olan iştiyakları daha da arttı.
Ulvi olan gayelerine öyle motive oldular ki, yollarındaki taş ve dikenler onlara engel olamadı. Ve inşallah ki Allah azze ve celle onları, bu sayede dünya ve ahiret saadetine kavuşturdu. Allah’ın (c.c) razı olduğu bu kervana katılmak, inşallah bizleri de dünya ve ahiret saadetine ulaştıracaktır. Peki, bizler Allah’ın (c.c) razı olduğu bu yolda duracak azme sahip miyiz?
İslam, nasihat dinidir. Nasihat ehlinden alınır. Bundan dolayı, İbni Kayyım’ın (r.a), nasihat niteliğinde şu beyitlerini paylaşarak yazımıza son vermek istiyorum.
Ey azmi gevşek olan kimse!
Neredesin?!
Bu yolda Âdem çok yoruldu.
Nuh bu sebeple ağladı
Halil ateşe atıldı.
İsmail kurban edilmek için yaratıldı.
Yusuf oldukça düşük bir pahaya satıldı.
Zekeriya ise testereyle ikiye kesildi.
Yahya da ablukaya alınıp kesildi.
Eyüb’e sıkıntı ve hastalık isabet etti.
Davud’un ağlamaları ise oldukça çoğaldı.
İsa ise, silahsız olarak kaçmak zorunda kaldı ve Hz. Muhammed’e (sav) her türlü eziyet ve fakirlik dokundu.
Öyleyse oyun ve eğlenceye sen hala devam mı edeceksin?!’’
***
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allah’tandır. Kötülüklerim ve hatalarım ise kendi nefsimdendir. Rabbimin razı olmadığı her bir amelimden, O’na tevbe ediyor ve O’na sığınıyorum. Velhamdulillahirabbilalemin.
Ali Eren.