Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla…. İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Salat ve selam nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve bütün nebilerin üzerine olsun. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya sığınarak ve ondan yardım dileyerek derim ki:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ yüce Kitabında İbrahim (a.s.)’dan bahsederek şöyle buyurmaktadır: “Hiç kuşkusuz İbrahim, tek başına bir ümmetti. Gönülden Allâh’a kulluk yapan, (şirki terk edip dini Allâh’a halis kılan bir) hanifti. Müşriklerden de değildi. (Allâh’ın) nimetlerine şükreden biriydi. (Allâh) onu seçti ve dosdoğru yola iletti.” [Nahl: 16/120-121]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’la tevhidi diriltip, dünyanın dört bir yanına yaydı. İbrahim (a.s.) itaati, güzelliği, bereketi ve iyiliğiyle tek başına bir ümmetti…
Gelin bu sayımızda ulu’l-azm Rasûllerin ikincisi olan, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kendisine Ku’rân-ı Kerim’de, “Halilim” (dostum) dediği, haniflerin atası olan İbrahim (a.s.)’ın putperest kavmi ile, zalim kral Nemrut ile mücadelesini ve ailesiyle tevhid uğruna yaşamış olduğu imtihanları okuyalım…
Babil Halkı: İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
Bundan çok ama çok önceye gideceğiz…
Babil halkı kendilerini yoktan var eden, yeri göğü yaratan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya değil de, yıldızlara taparlardı. Her yıldız için ayrı ayrı olabildiğince büyük putlar yapmışlardı. Bu putları sadece puthanelere değil, sokak başlarına, geniş meydanlara koymuşlardı. Böylelikle Babil halkı açıktan tevhid dininden yüz çevirmiş, putlara ve yıldızlara taparak Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya şirk koşmuşlardı…
“Allâh’a ibâdet edin ve Tağut’tan sakının” [Nahl: 16/36] demesi için Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’ı Babil halkına gönderdi.
Azer’in Oğlu: İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
O zamanlarda yaşayan, geçimini putlar yaparak sağlayan Azer adında meşhur bir adam vardı. Azer’in, İbrahim isimli çok akıllı ve olgun bir oğlu vardı. İbrahim (a.s.) insânların putlara secde ettiklerini, ibâdet ettiklerini görür ama bir türlü anlamazdı. İbrahim (a.s.)’ın tuhafına giderdi, çünkü bu putların cansız birer taş olduklarını, konuşamadıklarını, işitemediklerini, zarar ve fayda vermeyeceklerini biliyordu. O, sineklerin putların üzerine konduğunu ama putların onları bile kovamadıklarını görüyordu. Ve yine İbrahim (a.s.), farenin putların yiyeceğini yediğini ve putların buna engel olamadıklarını görüyordu. İbrahim (a.s.), kendi kendine şöyle diyordu: “Insânlar bu putlara neden secde ediyorlar? Insânlar putlara neden yalvarıyorlar?”
“Batanları Sevmem…” İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
Aradan yıllar geçti, İbrahim (a.s.) büyüdü genç oldu ve Babil halkı gibi putlara tapmıyordu. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’ın yakinen inanması için göklerin ve yerin mülkünü gösteriyordu.
“Yakinen inananlardan olması için, İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu (insânı hayrete düşüren ayetlerini) gösteriyorduk.” [Enam: 6/75]
İbrahim (a.s.) kavminin şirkinden uzak kalmak için kırlara çıkar, çiçekleri, ağaçları, kuşları seyrederdi… Yine böyle bir günde vakit geç oldu ve akşamın yeryüzüne sessizce inişini seyretmeye başladı. “Gece onu bürüyüp örtünce bir yıldız görmüş: “Bu benim Rabbimdir.” demişti. Yıldız batınca da: “Şüphesiz ki ben batanları sevmem.” demişti.” [Enam: 6/76]
Yıldızdan sonra, “Ay’ın doğduğunu görünce: “Bu benim Rabbimdir.” demişti. Onun battığını (görünce de): “Şayet Rabbim beni hidayet etmezse andolsun ki sapıklar topluluğundan biri olurum.” demişti.” [Enam: 6/77]
Çok geçmeden Güneş doğdu. “(Sonra) Güneş’in doğduğunu görmüş ve: “Bu benim Rabbim olsa gerek; bu en büyüktür.” demişti.” [Enam: 6/78]
Bir süre sonra, “Güneş batınca: “Ey kavmim! Şüphesiz ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan beriyim.” demişti. Şüphesiz ki ben, yüzümü hanif olarak, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, müşriklerden de değilim.” [Enam: 6/78-79] dedi.
Sönen, batan, sonu olan, yaratan değil yaratılmış olandı. Çünkü söneni seven, batana tapan, sonluya bağlanan, sapıklığa dalandı, sapıklıkta kalandı. “Ben batanları sevmem…” diyerek İbrahim (a.s.) milletine karşı çıkmıştı. Putlar gibi yıldızların da ilah olduğunu diyen kavminin iddiasını çürütmüştü.
İbrahim (a.s.) yıldızın, Ay’ın, Güneş’in ilah olamayacağını akıl ve fıtratı gereği anlamış ve ispatlamıştı. Kendisinin Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birleyen bir Muvahhid olduğunu açıkladı, kavminin putlarını tanımadı bilakis onları kınadı…
Şimdi koskoca Babil ülkesi’nde Allâh’a yalnız İbrahim (a.s.) inanıyordu… Babil de ilk ve tek Muvahhid İbrahim (a.s.)’dı…
Rabbim, Allâh’u Teâlâ’dır: İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
İbrahim (a.s.) anladı ki: Rabbi, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dır. Çünkü Allâh ölmez, diridir. Allâh Bakî’dir, kaybolmaz. Allâh güçlüdür, hiçbir şey ona galip gelemez.
Yıldızın, Rabbi Allâh’tır… Ayın, Rabbi Allâh’tır… Güneşin Rabbi Allâh’tır… Ve Allâh, tüm Alemlerin Rabbidir…
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’ı doğru yola iletti, onu nebilerden kıldı: “Kitap’ta İbrahim’i de an! O, sıddık olan bir nebiydi.” [Meryem: 19/41]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ onu dost edindi ve ona “Halilullah” (Allâh’ın dostu) dedi. “Ki, Allâh İbrahim’i dost edinmiştir.” [Nisâ: 4/125]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’a kavmini Allâh’a davet etmesini ve onları putlara tapmaktan menetmesini emretti. “Allâh’a kulluk edin. O’ndan sakının! Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” [Ankebut: 29/16]
“De ki: ‘Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).” [En’am: 6/14]
Bütün Rasûllerin ortak bir daveti vardı: Tevhid Daveti… Bu davette şöyle diyorlardı: “Tek olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ibâdet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Allâh’tan başka ibâdet edilen her şeyi, her tağut’u reddedin… Her putu elinizin tersiyle itin… Bu uğurda gece, gündüz demeden çalışın…”
Oğul Rasûl, baba putperest! İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
İbrahim (a.s.), Rabbini bulduğuna o kadar mutlu oldu ki, bunu hemen babasına anlatmalıydı… Çünkü insânın bu dünyadaki en kıymetlileri anne ve babasıdır. İbrahim (a.s.) da tevhid davetine babasından başladı. Babası putlardan yüz çevirmeli ve oda Müslüman olup, tevhide tabi olmalıydı. Böylelikle babası da sapıklıktan, kurtuluşa ersin.
Babasına geldi, babası da o sırada putların üzerindeki tozları temizliyordu… Elleriyle yaptığı putları, kirleten kuşlara kızıyor, bağırıp çağırıyordu. İbrahim (a.s.) babasına acıyarak baktı. Babasına meseleyi güzelce anlatmaya çalıştı ve: “Sen putları kendine ilahlar mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” [Enam: 16/74] dedi.
Ve: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy! Seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytan’a tapma! Çünkü Şeytan, Rahman olan Allâh’a baş kaldırmıştır. Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki, böylece Şeytan’ın dostu olarak kalırsın.” [Meryem: 19/42-45] dedi.
İbrahim (a.s.) babasının putları terk etmesi için onların akılsız varlıklar olduğunu anlattı: “Bu putlar konuşamıyorlar, işitmiyorlar, ne zarar nede fayda vermiyorlar. Neden bu putlara tapıyorsun? Bak baba, üzerine konan pislikleri bile temizleyemiyorlar…” İbrahim (a.s.) babasını iman etmeye, kendisine uymaya davet etti ve Şeytan’a uymamasını söyledi. Babasını azaba karşı uyardı…
Peki babası ne dedi, İbrahim (a.s.)’a? Tamam oğlum sen haklısın bana tevhidi anlat mı dedi, yoksa oğlunun dediklerini red mi etti? Babası Azer dedi ki: “Ey İbrahim! Sen mi benim ilahlarımı beğenmiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım! Ebediyen benden uzaklaş ve git!” [Meryem: 19/46]
İbrahim (a.s.)’ın babası, put yapan, put satan, putlara tapan, puthanede çalışan Azer, tevhid davetini kabul etmedi ve hatta İbrahim (a.s.)’ı yanından kovdu. İbrahim (a.s.) bu duruma ne kadar üzülse de, kızmadı, darılmadı, görevini yaptı ve ümidini kesmedi. Gördüğü, inandığı gerçeği, yılmadan, usanmadan herkese anlatacaktı ve öyle de yaptı. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın Rahmetini hatırlattı: “Sana selam olsun! Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı lütufkardır.” [Meryem: 19/47]
“İbrahim’in babası için bağışlanma istemesi, sadece ona verdiği sözü yerine getirmek içindi. Babasının Allâh düşmanı olduğu açığa çıkınca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, ince kalpli ve yumuşak huylu biriydi.” [Tevbe, 9/114]
İbrahim (a.s.) ve Kavmi:
İbrahim (a.s.), kavmini Allâh’a davet etti ve şöyle dedi: “Neye ibâdet ediyorsunuz? Putlara ibâdet ediyoruz, dediler. İbrahim şöyle dedi: Dua ettiğnizde onlar sizi işitiyor mu? Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ancak biz, babalarımızı bu şekilde yapar bulduk, dediler.” [Şuara: 26/71-74]
İbrahim dedi ki: “Ben bu putlara ibâdet etmem. Bilakis ben bu putların düşmanıyım. Ben alemlerin Rabbine ibâdet ederim. Ki beni O, yarattı ve doğru yola iletti. Ki beni yediren ve içiren O’dur. Hastalandığımda bana şifa veren, O’dur. Beni öldürecek ve sonra diriltecek O’dur.” [Şuara: 26/78-81]
Bu putlar ise ne yaratabilirler ne yedirebilirler ne de içirebilirler. Bir kimse hastalandığında hastalara şifa veremezler. Hiç kimseyi de öldüremez ve diriltemezler. İbrahim (a.s.)’ın bu denli açık konuşmasına rağmen, kavmi halen biz babalarımızı, atalarımızı bu şekilde yapar bulduk demeye devam ettiler…
İbrahim (a.s.)’da ayrı bir özellik vardı: Yüzünde tebessüm, kalbinde merhamet, sözünde bir tatlılık parlardı. İçli, yumuşak huylu, yüreği yanık dosdoğru mümindi… Rabbim bizleri de İbrahim (a.s.)’ın ahlakı ile ahlaklandırsın…Allâhumme Amin!
İbrahim (a.s.) ve Zalim Kral:
Bunun üzerine İbrahim (a.s.) Babil halkının zalim kralı Nemrud’a gitti. Onu Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya inanmaya davet etti. O zamanlar insânlar, o krala secde ederlerdi. Kral, İbrahim (a.s.)’ın sadece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya secde ettiğini başka hiçbir kimseye secde etmediğini duyunca buna çok kızdı. Nemrud dedi ki: “Rabbin kimdir, ey İbrahim? İbrahim (a.s.) “Rabbim, Allâh’tır” dedi. Nemrud dedi ki: “Allâh da kim, Ey İbrahim?” İbrahim (a.s.): “Benim Rabbim, dirilten ve öldürendir.” [Bakara: 2/258] dedi. Nemrud: “Ben’de diriltir ve öldürürüm dedi.” [Bakara: 2 /258]
Zalim kral, bir adam çağırdı onu öldürdü, başka bir adam daha çağırdı ve onu serbest bıraktı. Sonra da şöyle dedi: “Ben de diriltir ve öldürürüm. Bir adamı öldürdüm, diğer adamı ise özgür bırakarak sağ bıraktım.” Kral gerçekten aptal biriydi, zaten müşriklerin tümü böyledir.
İbrahim (a.s.), kral ve kavminin gerçeği anlamasını istiyordu. Bunun için Nemrud’a şöyle dedi: “Allâh güneşi doğudan getirir, sen de batıdan getir bakalım.” [Bakara: 2/258] Bu söz üzerine kral şaşırdı ve bir şey söyleyemez oldu. Kral mahcup olup, bir cevap bulamadı. Nitekim “Allâh, zalimler güruhunu başarıya ulaştırmaz.” [Bakara: 2/258]
İbrahim (a.s.) Putları Kırıyor:
İbrahim (a.s.) kavmine putlara tapmanın manasızlığını ve tutarsızlığını sözle anlatmaya çalıştı ama kavmi bir türlü anlamadı ya da anlamak istemedi. Ayetlerde gördüğümüz üzere İbrahim (a.s.) soru-cevap usulü ile insânları imana, tevhide davet ederdi. Ama yine de kavmi İbrahim (a.s.)’ın dediklerinden yüz çevirip putlara tapmaya devam ettiler.
İbrahim (a.s.) tabi ki davasından yılmadı ve devam etti. Babil halkının Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya iman etmelerine, şu kör ve sağır putlar engel değil miydi? Allâh ile kul arasındaki bu putları ortadan kaldırmalıydı İbrahim (a.s.). Artık sözden uygulamaya geçişin vakti gelmişti.
Bunun üzerine İbrahim (a.s.): “Insânlar çekip gittiğinde bu putları kıracağım. Belki insânlar o zaman anlarlar” dedi. Bayram günüydü. Herkes de bir sevinç, bir telaş vardı. Adetlerine göre Babil halkı o gün puthaneye yemekler getirirler, putların önüne bırakıp eğlenme yerine giderler, eğlenirlerdi. Daha sonrada gelip bıraktıkları yemekleri yerlerdi.
Herkes eğlenme yerine gidince İbrahim (a.s.)’a: “Sen bizimle gelmiyor musun?” diye sordular. İbrahim (a.s.): “Ben hastayım” dedi.” [Saffat: 37/89]
Insânlar gitti, İbrahim (a.s.) fırsat buldu ve putların yanına gidip onlarla baş başa kaldı. Onlara şöyle dedi: “Sundukları yemekleri yemiyor musunuz? Ne o? Konuşmuyor musunuz? Sonunda üzerlerine yürüyüp sağ eliyle vurdu.” [Saffat: 37/91-93] “Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü, ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı.” [Enbiya: 21/58]
Puthaneye sanki bomba düşmüştü, İbrahim (a.s.) bütün putları yerle bir etti. Yalnız en büyük puta dokunmadı. Ona önemli bir görev verecekti. “Unutma taş kafa!” diye bağırdı büyük puta, “Küçük putları sen kırdın, suçunu saklama!”
Derken bayramları sona erdi, acıkmışlardı da… Çok geçmeden putperestler koşarak geldiler: “İlahlarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir, dediler. İçlerinden birkaçı, İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk. Öyleyle, onu insânların gözleri önüne getirin, belki şahitlik ederler dediler.” [Enbiya: 21/59-61]
Bunun üzerine İbrahim (a.s.)’ı getirdiler, halk sinirliydi… ama İbrahim (a.s.) sakin ve huzurluydu. İbrahim (a.s.)’ı sorguya çektiler: “Ey İbrahim! İlahlarımıza bunu sen mi yaptın? dediler.” [Enbiya: 21/62]
İbrahim (a.s.): “Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorsa, onlara sorun bakalım dedi.” [Enbiya: 21/63]
Puta tapanların hallerine yazıklar olsun… Donup kaldılar, ne diyeceklerini bilemediler. Putlar gerçekten de konuşmazlardı. Yoksa İbrahim (a.s.) haklı mıydı? Bir an afalladılar ve: “Kendi iç dünyalarına dönüp (düşündükten sonra) demişlerdi ki: Şüphesiz ki (konuşamayan ve kendini savunamayan varlıklara ibâdet etmekle) sizler zalimlerin ta kendisisiniz.” [Enbiyâ, 21/64] “Sonra tekrar eski halleri üzerine döndüler ve: ‘Sen gerçekten biliyorsun ki, bu putlar konuşmazlar’ dediler.” [Enbiya: 21/ 65]
Bunun üzerine İbrahim (a.s.)’a hakkı anlatmak üzere fırsat oluştu ve dedi ki: “O halde Allâh’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allâh’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hala akıllanmayacak mısınız?” [Enbiya: 21/66-67]
İbrahim (a.s.)’a diyecek bir şey bulamadılar, çünkü o haklıydı. Halktan bazılarının kafası karışmaya başladı. Acaba İbrahim (a.s.) haklı mıydı, bu putları bırakıp tek olan İlah’a, Allâh’a kulluk mu etmeliydiler? Halk İbrahim (a.s.)’ı ilgiyle dinliyorlardı. Bu hal Nemrud’u ürküttü, ya ona inanırlarsa, diye korktu. Hemen bir şeyler yapmalı, İbrahim (a.s.)’ı susturmalıydı…
İbrahim (a.s.)’ı susturmak için onu öldürmek lazımdı. “Kavminin cevabı: “Onu öldürün ya da yakın!” [Ankabut: 29/24] sözünden başkası olmadı. “Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım ediniz’ dediler.” [Enbiya: 21/68]
Soğuk Ateş:
Babil halkı büyük bir ateş yakabilmek için, günlerce odun topladılar. Sonra odunları dört bir yandan ateşlediler. İbrahim (a.s.) sakin bir şekilde bekleyip “Allâh bana yeter. O ne güzel vekildir” diyordu. Bu nasıl bir iman, nasıl bir teslim oluş…! Ya Rabbi bizleride böyle bir iman ile rızıklandır! Allâhmumme Amin!
Zalim halk ateşin sıcaklığına dayanamayıp geride duruyorlardı. Tam ateşin şiddetini kazandığı bir sırada, mancınıkla İbrahim (a.s.)’ı ateşe fırlatıp attılar. Hiç Rabbimiz, Halilullah dediği kulunu yalnız bırakır mıydı? Onlar İbrahim (a.s.)’ı daha fırlatırken, Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s.)’a yardım etti ve ateşe: “Ey ateş! İbrahim’e karşı soğuk ve selamet ol.” [Enbiya: 21/ 69] buyurdu.
Öyle de oldu, ateş İbrahim (a.s.)’a karşı serin ve selamet oldu. Kızıl ateş tepeciğinin ortası, yemyeşil bir bahçe oluverdi. Insânlar, ateşin İbrahim (a.s.)’a zarar vermediğini görünce şaşıp kaldılar. Aklı başına gelenler, “İbrahim’in İlahı ne büyükmüş!” dediler ve oracıkta iman ettiler.
Mekke’ye Hicret:
İbrahim (a.s.) kurtulmuştu… Artık İbrahim (a.s.) ve ona iman edenler için hicret vakti gelmişti. Yeryüzünde başka topraklara hicret etmek, orada Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ibâdet etmek ve insânları Rabbine davet etmek istiyordu.
Babil halkı İbrahim (a.s.)’ın imtihanı olmuştu. İbrahim (a.s.) kendisine iman edenlerle beraber bu putperest insânların arasından ayrılacaktı. Ailesini, doğup büyüdüğü toprakları Allâh Subhânehu ve Teâlâ için geride bırakacak ama gitmeden Babil halkını son bir defa Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya iman etmeye, O’nu tevhid etmeye davet etti…
“Sizin için İbrahim’de ve onunla birlikte olanlarda güzel bir örneklik vardır. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizden ve Allâh’ın dışında ibâdet ettiklerinizden beriyiz. Sizi tekfir ettik. Bizimle sizin aranızda, tek olan Allâh’a iman edinceye kadar, ebedi bir düşmanlık ve ebedi bir kin baş göstermiştir.’ İbrahim’in babasına söylediği: ‘Senin için Allâh’tan bağışlanma dileyeceğim. (Ama) Allâh’a karşı sana hiçbir faydam olmaz’ sözü müstesna. Rabbimiz! Yalnızca sana tevekkül ettik, yalnızca sana yöneldik ve dönüşümüz de yalnızca sanadır.” [Mümtehine: 60/4]
Giderken de: “Doğrusu ben, Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum. O beni doğru yola eriştirir dedi.” [Saffat: 37/99]
İbrahim (a.s.) Kabeyi İnşa Ediyor
İbrahim (a.s.) Allâh Subhânehu ve Teâlâ için bir ev, Kabe’yi inşa edecekti. Evler çoktu, fakat içinde sadece Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya ibâdet edilen bir ev yoktu. İbrahim (a.s.)’ın oğlu İsmail (a.s.) dağlardan taş getirdi, İbrahim (a.s.)’da duvarları ördü. İnşaat esnasında İbrahim (a.s.)’da, İsmail (a.s.)’da Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı zikrediyorlar ve dua ediyorlardı…
Kur’ân-ı Kerim’de Kabe’nin inşası şöyle geçmekte: “Hani İbrahim ve İsmail, Ka’be’nin temellerini yükseltiyordu. “Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Şüphesiz ki sen işitensin, bilensin. Rabbimiz! İkimizi sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan da teslim olacak bir ümmet getir. Bize ibâdet yollarımızı göster. Tevbemizi kabul buyur. Tevbeleri kabul eden, merhametli olan ancak sensin!” [Bakara: 2/127-129]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s.)’ın dualarını kabul etti ve Kâbe’yi mübarek kıldı. Biz Müslümanlar, bütün namazlarımızda Kabe’ye yöneliriz. Hac ibâdetini Kabe’de yaparız… Kâbe Müslümanların ve İslâm’ın merkezidir, kalbidir…
Hatime: İbrahim aleyhisselâm ve Tevhid Daveti
Ulu’l-azm Rasûlllerden olan İbrahim (a.s.)’ın kıssasının sonuna geldik. Bu yazımızda İbrahim (a.s.)’ı bir nebzede olsa tanıma fırsatı veren Rabbimize hamd olsun. İbrahim (a.s.)’ın gençlik yıllarında başlayan tevhid davetini, kavmiyle mücadelesini, zalim Kral’a karşı kıyamını, atıldığı ateşin çiçek bahçesine dönüşmesine, hicretini, Kabe’nin inşasını hep beraber okumuş olduk… Rabbimize duamız, bizleri Rasûllerinin izinden giden ve onların tevhid davetini sürdüren kullarının arasına katmasıdır.
Allâh’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.
Allâh’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.
Bir sonraki yazımızda ulu’l-azm Rasûllerin üçüncüsü olan, düşmanın sarayında büyüyen Musa (a.s.) ve eşsiz tevhid davetin’de buluşmak duasıyla…
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya mahsustur. Salat ve selam nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve selam ve bütün nebilerin üzerine olsun.
Ümmü Musab