En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın adıyla…
Hamd; bizlere bilmediklerimizi öğreten, ilmiyle her şeyi kuşatan el-Âlim olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm; beşeriyetin rehberi ve muallimi olan Nebimiz aleyhisselâm’ın, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Allâh’u Teâlâ’nın izni ve inâyetiyle bu yazımda sizlere Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf suresinde yer alan Musa aleyhisselâm ve Hızır aleyhisselâm kıssasından ve rihle kavramından bahsetmeye çalışacağım.
Rihle
Lügatte “yola koyulmak; bir şeyin sırtına binmek” anlamlarındaki “rahl” kökünden türemiştir. Rihle kelimesi terim olarak “hadis öğrenmek” anlamında kullanılıp; umumen âlimlerin, hususen muhaddislerin hadis öğrenmek, bildiklerini teşvik etmek için yaptıkları ilim yolculuklarını ifade etmek için kullanılır. Bu bağlamda rihlesi ile bize numune olacak emsalleri inceleyelim.
İlk rihle, atamız Âdem aleyhisselâm ile başlamıştır. Bu hususta Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allâh Âdem’i kendi suretinde, altmış zira boyunda yaratmıştır. Allâh onu yarattığında git şu oturmakta olan melek topluluğuna selâm ver, onların seni nasıl selâmlayacaklarını iyi dinle, zira bu senin ve zürriyetinin selâmıdır.” [Buhari]
Âlimler bu hadisin şerhinde meleklerin Âdem aleyhisselâm’dan uzakta olduklarını bildirmiş, ilim tahsili için çaba içine girilmesini ve bunu ilk yapan kişinin de Âdem aleyhisselâm olduğunu ifade etmişlerdir. Rihle ile ilim yolunda olmak, Allâh’u Teâlâ katında o kadar değerlidir ki, nebilerini dahi ilmin peşinden koşturmuştur. Bu bağlamda ilim yolunda olabilmenin önemini öğrenebilmek için kendisine rihle yapılan sâlih kul Hızır aleyhimesselâm’ın kıssasını inceleyelim.
Musa Aleyhisselâm İlim Yolunda
“Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik. Musa ona, ‘Senin öğrendiğin doğruya ulaştıran bilgiden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?’” [Kehf: 18/65-66]
“Musa, israiloğullarından bir topluluk içinde iken bir adam gelmiş ve ‘Senden daha bilgili kimse biliyor musun?’ diye sormuş, o da hayır, demiştir. Bunun üzerine Yüce Allâh Musa’ya ‘Evet, kulumuz Hızır daha âlimdir’ diye bildirmiştir. Musa onunla nasıl buluşacağını sormuş, Allâh ona balığı kılavuz yapmış ve kendisine ‘Balığı yitirdiğin yerde geri dön, onunla karşılaşırsın’ demiştir. Musa, Allâh’ın dilediği kadar gitmiş, sonra yanındaki gence ‘Yemeğimizi getir’ demiş, genç de ‘Gördün mü, kayaya çıktığımızda balığı unutmuşum, şeytan unutturduğu için onu hatırlamamışım’ deyince, Musa ona ‘İşte bizim istediğimiz de bu idi’ demiştir. Geldikleri yoldan geri dönmüşler, Hızır’ı bulmuşlar ve Kur’ân da anlatılanlar ikisinin arasında geçmiştir” [Buhari]
Âyetlerde Musa aleyhisselâm’ın rihlesinin tasvir edilmesi, bizlere örneklik teşkil etmektedir. Kelîmullâh olan nebinin ilim öğrenmek için uzun yolculuk yaparak, azimle tüm engelleri aştığı bildirilmiştir. Allâh’u Teâlâ katındaki konumuna ve risaletinin şerefine rağmen amacı için sarfettiği çabalardan sonra Musa aleyhisselâm ilim yoluna çıkmıştır. Kendisine ilim verilen sâlih kul Hızır aleyhisselâm ile buluşmak için tevâzu ve itaat içinde tüm bunlara sabretmesi ilmin kıymetinin büyüklüğünü, ilim ehlinin mertebesinin yüceliğini göstermektedir.
İbn Kayyim rahimehullâh “Miftâh-u Dâri’s-Seâde” adlı eserinde ilmin ve ilim ehlinin faziletine dair şöyle demektedir: “Musa aleyhisselâm’ın ilim öğrendiği, ilmine ilim katacağı âlim bir kişi için yola koyulduğundan bahsetmekte ve onun söz konusu âlimle buluşma ve ondan ilim öğrenme iştiyakıyla şöyle dediğini buyurmaktadır…Selâm verdikten sonra, kendisine tâbi olmak için izin isteyerek ve ancak izin verdiği takdirde kendisine tâbi olacağını belirterek sözüne başladı ve ardından ‘Sana öğretilen şeylerden bana da bir hakikat öğretmen için…’ dedi. İlmin kıymeti ve fazileti olarak bu anlatılanlar yeterlidir. Zira Allâh’u Teâlâ’nın nebisi ve bizzat konuştuğu elçisi, âlim bir kişiden üç meseleyi öğrenmek gayesiyle bitap düşünceye kadar yollara koyuldu. Bu kişiyi duyduğu vakit, onunla buluşuncaya ve kendisine ilim öğretmesini isteyinceye dek dur durak bilmedi.”
İlmin Önemi ve Öğrenme Şekli
“Senin öğrendiğin doğruya ulaştıran bilgiden bana da öğretmen için sana tâbi olayım mı?” [Kehf: 18/66]
Rabbimiz her ilim sahibinin üzerinde, ilimde daha derin ve daha ileri birinin mutlaka var olduğunu insanların bilmelerini istemişti. Musa aleyhisselâm’ın, âlimlerin ve öğrencilerin izi sıra yürüdükleri yüce bir örnek olmuştu. Hızır aleyhisselâm ilim öğretmek için Musa aleyhisselâm’a götürülmedi. Bilakis kendisine yönelinen ve ittiba edilen taraf oldu. Böylece ilmin öğrenciye gelmeyecek kadar yüce ve büyük olduğunu, ilmin kişiye gelmeyeceğini; bilakis ilmin ayağına gidilmesi gerektiğini öğrenmekteyiz. Hülasa ilim ehli kimseler, tâbi olunmaya hak sahibidirler. Ayrıca ilmi talep ederken edeple istemeli, saygı ve nezaket içinde ehlinden istifade edilmelidir. “Sana uyayım mı?” sözlerinde pek çok edep ve incelik bulunmaktadır.
Allâh’u Teâlâ ile arada hiçbir engel olmaksızın kendisiyle konuştuğu Musa aleyhisselâm’ın, ilim tahsil etme için seyahat etme hususlarında örnek olarak seçilmesi, öyle rastgele bir seçim değildi. Bilakis bu seçim, pek çok anlam ve hikmetler barındırmaktadır. Şüphesiz burada ilim öğrenmenin sınırı olmadığı bize gösterilmekte ve bir kişinin ilimlerin tamamını elde etmesi veya bilmesinin mümkün olmadığı açığa çıkmaktadır. Kulların ilminin mahiyeti bize şöyle bildirilmiştir: “Bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve denizden bir yahut iki defa su içti. Hızır dönüp Musa’ya şöyle dedi: Ey Musa, Allâh’ın bilgisinin yanında ikimizin de bilgisi, ancak bu serçenin denizden içtiği kadar bir şeydir.” [Muslim]
Allâh’u Teâlâ’nın ilminin yanında kulların bildikleri zikredilmeye dahi değmeyecektir. Rabbimiz şöyle buyurur: “Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” [İsrâ: 17/85]
Musa aleyhisselâm uzun ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra muallimi olan Hızır aleyhisselâm’ı buldu. Terbiyeli bir öğrenci edebiyle huzuruna vardı. İlmin ona gizli ve örtülü olması; onu ilmi aramaktan, üzerindeki örtüyü kaldırmaktan alıkoymadı. İlmin fayda ve bereketlerini elde etmesine engel olmadı. Aynı zamanda bir öğretmen, komutan ve peygamber olan Musa aleyhisselâm’ın ilim elde etmekteki amacı, toplum içindeki statüsünü yükseltmek ya da mevcut nüfuzunu arttırmak değildi. Onun bu yolculuktan gayesi, bizzat ilmin kendisiydi. Ve yorucu seyahati ile ilmin şeref ve faziletine şahitlik etmekti. Ne mutlu ihlâsla ilim talep eden kullara…
İlim Rabbimizden Bir Rahmettir
“Kıyıya ulaşıp gemiye bindikleri zaman o kul gemiyi deldi. Musa, ‘İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen çok kötü bir iş yaptın!’ dedi. Kul, ‘Ben sana, sen benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?’ dedi. Musa, “Unuttuğum şeyden dolayı beni paylama ve işimi çıkmaza sokma!” dedi. Yine yola koyuldular. Nihayet bir gence rastladıklarında, o kul hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: ‘Masum bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!’ O kul, “Sana, benimle beraber olmaya asla sabredemezsin dememiş miydim? dedi. Musa, ‘Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme! Bu takdirde hakikaten benden yana mazeretin sonuna ulaşmış olursun’ dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, o hemen onu doğrulttu. Musa, ‘Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın’ dedi. O cevap verdi: ‘İşte bu, beraberliğimizin sona ermesidir. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim’ dedi. Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu delerek kusurlu hale getirmek istedim. (Çünkü) onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gaspetmekte olan bir kral vardı. Gence gelince, onun anne babası mü’min kimselerdi; gencin onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” [Kehf: 18/71-82]
Hızır aleyhisselâm yaptığı bu üç işi kendiliğinden yapmadığını, bilakis Allâh’u Teâlâ’nın kendisine yapmasını emrettiğini söyledi. Bu işlerin Allâh’u Teâlâ’dan bir rahmet olduğunu belirterek “Rabbinden bir rahmet olarak” diye niteledi. Kuşkusuz rahmet, ilimden önce gelen temel bir unsurdur. İlim, rahmetten soyutlanır ona temel ve hazırlık oluşturmazsa; kötülük, yıkım ve zarar getirir. Bu sebeple âyet-i kerîmede rahmet ilimden önce zikredilmiştir.
Geminin delinmesi kaptan ve yolcular için rahmettir. Zira bu delme neticesinde zalim kralın gasbından kurtulmuşlardır. Anne babasını azdırıp küfre sürükleyecek çocuğun öldürülmesi de anne babası için rahmettir. Çünkü kendilerine ondan daha hayırlısı verilecektir. Duvarın onarılması da rahmettir. Zira örülen duvarla şehirde bulunan yetim iki çocuğun definesi, cimri köylülerce alınmasından korunmuştur. Her üç uygulamada da bu Rabbanî rahmetin, olayların sadece zahirine bakan gözlerce görünmemesi ve Hızır aleyhisselâm’ın yaptıklarına Musa aleyhisselâm’ın karşı çıkması gibi ilk bakışta bu davranışın tasvip edilmeyen bir davranış̧ olarak görünmesidir. Bu da rahmetin insanların gördüğü ve beklediğinin zıttı olan şeylerde de olabileceğini göstermektedir. Onun için Allâh’u Teâlâ’nın mü’minler için takdir ettiği işlere rahmet nazarıyla bakmak gerekmektedir. Şer gibi görünen durumlar vaki olduğunda: “Allâh’u Teâlâ bilir, fakat siz bilmezsiniz.” [Bakara: 2/216] âyetini hatırımıza çokça getirmeliyiz.
Dersler ve Hikmetler
1. Musa aleyhisselâm’ın ilim öğrenmek için zorlu uzun bir yolculuk yapmasının birtakım hikmetleri vardır. Allâh’u Teâlâ, arama ve yol katetme külfetine katlanmadan da doğrudan Musa aleyhisselâm’ı, Hızır aleyhisselâm’a ulaştırmaya muktedirdir. Lakin ilahî irade insanların ilim uğrunda kaçınılmaz olan zorluklara katlanmayı öğrenmelerini dilemişti. Nitekim ilim yolunda olmak; uğrunda sıkıntı ve meşakkati de beraberinde yüklenmeyi gerektirmektedir.
2. Gidilecek yer çok uzak olsa da ilim öğrenmek ve onun için yolculuk yapmak övülmüştür. İlim bir hazinedir ondan nasibimizi almak gerekmektedir. Kendisine kitap verilmiş peygamberin dahi ilim öğrenmek için yola çıktığını bildiğimizde, bizlerin de mutlaka ilim yolunda olmamız gerektiği açığa çıkmaktadır. O, kendisinde bulunmayan bir ilmin, Allâh’u Teâlâ’nın kullarından sâlih bir kulun yanında bulunduğunu öğrenince onu elde etmek için yola çıkmıştır. Ulu’l-azm peygamberin makamı ve Allâh’u Teâlâ’nın doğrudan hitabına mazhar kılınması, onu bu arayıştan alıkoymamış ve sahip olduğu ilimden fazlasına talip olmuştur. Bu durum Peygamberin ilim öğrenmeye ve ilim ehli ile tanışmaya olan muhabbet ve iştiyakının bir göstergesidir. Aynı şekilde sahabemizin de ilme olan düşkünlüğü bize rihlenin önemini hatırlatmaktadır. Onlar ki tek bir hadis öğrenmek için yorucu uzun yolculuğa sabretmişlerdir. “Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Üneys’e tek bir hadis sormak için bir aylık yol gitmiş̧.” [Buhari]
3. Kıssada Musa aleyhisselâm, Hızır aleyhisselâm’dan üç ilim öğrenmiştir; geminin delinmesiyle siyaseti, çocuğun öldürülmesi ile eğitimi, duvarın onarılması ile de ekonomi ilmini öğrenmiştir.
4. Karşılıksız yapacağımız her iyilik, gizli hazineleri açığa çıkarabilir. Nice karşılıksız onarılmayı bekleyen duvarlar vardır da iyilik yapacak Muhsin kulları beklemektedir. Kulların içindeki İslâm fıtratı ve ubûdiyet şuuru bu değerlerdendir. Hikmetli davetçi, insanların içinde bu saklı hazineleri keşfedip tevhîd davetini karşılıksız yapacağı ikramlarla başarıya ulaştırabilir.
5. Kıssa, babaların sâlih kişiler olmasının çocukların iyi olması ve korunması üzerinde etkisinin olduğunu gösterir. Babaları iyi olduğu için Allâh’u Teâlâ duvarı doğrultmak üzere Hızır aleyhisselâm’ı göndermiştir. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Arkalarında güçsüz ve haklarında endişe ettikleri çocuklar bırakacak olanlar, haksızlık yapmaktan korksunlar ve Allâh’dan sakınsınlar,dürüst söz söylesinler” [Nisa: 4/9] Biz sâlih olursak, neslimizi ve geride bıraktığımız malları, âlemlerin Rabbi olan Allâh’u Teâlâ muhafaza edecektir.
6. Kıssada rahmet, ilimden önce zikredilmiştir. Çünkü ilimle merhamet bir olmazsa, insanlar için afet olur. Günümüzde batının sahip olduğu ilimlerde bunu müşahede edebilmekteyiz. Batı toplumları teknolojik olarak ileri aşamalara gelmiş, önceki asra kıyasla insanın hayal bile edemeyeceği bir seviyeye ulaşmıştır. Ancak bununla birlikte, kana ve gözyaşına susamış batı, bu ilimleri yıkım ve fesat için kullanmış fıtratları ifsat etmeyi hedeflemiştir. Sahip oldukları merhametten yoksun ilim kendileri ve insanlık için felaket olmuştur.
7. Bir olayın sadece görünen yönlerine odaklanmak sonuçları hakkında hüküm çıkarmak için yeterli değildir. Zira zahire bakarak göremediğimiz hikmetler vardır. Aklımızın almadığı ve hikmetini fehmedemediğimiz hususlar ile yüzleşebilir, imtihan olabiliriz. İmtihan olduğumuzda da vakıf olamadığımız veya kuşatamadığımız bir bilgi ile karşılaşınca; “inşallâh” diyerek Allâh’u Teâlâ’dan sabır ve yardım istemeliyiz. Şer gibi görünen durumlar vaki olduğunda, Rabbimizin şu sözüne kulak vermeliyiz: “Allâh’u Teâlâ bilir, fakat siz bilmezsiniz.” [Bakara: 2/216]
8. İlme talip olan kişi asla kibre düşmeden; bildikleriyle amel edip bilmediklerini öğrenerek ilme ve ehline firar etmelidir. Ayrıca ilim ehli kimselere karşı edepli davranmak, onlara saygı göstermek ve sırrını, inceliklerini bilmediği hususlara itiraz etmeden yeri geldiğinde usulüne uygun soru sormayı öğrenmesi gerekmektedir. Bizlere ilim yolunda umde olacak, Malik b. Enes rahimehullâh’ın sözünü hatırda tutalım: “İlmi öğrenmeden önce edebi öğren.” [İbn Muzaffer]
9. Kıssa bize beklenmedik bir olay ile karşılaştığımızda acele etmeden hareket etmeyi öğütlemiştir. Nitekim insanoğlu aceleci olarak yaratıldığı için yerinde duramaz. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “İnsan, aceleci olarak yaratılmıştır.” [Enbiya: 21/37] Ulu’l-azm bir peygamber sabretmekte zorlanmış, olayların hakikatini anlamak istediğinde ilim yolcuğunu tamamlayamamıştır. Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Allâh Musa’ya rahmet eylesin, isterdik ki sabretseydi de ikisinin serüvenini bize anlatsaydı” [Buhari] Muhakkak biz de sükûnetimizi kaybetmeden, teenni ve sabırla hareket edebilirsek, hedefimize ulaşabiliriz.
10. Peygamber bile olsa insan her şeyi bilemez. Ancak Allâh’u Teâlâ’nın kendisine öğrettiği kadarını bilebilir. Allâh’u Teâlâ insanlara farklı farklı ilimler vermiştir. Hızır aleyhisselâm’ın sahip olduğu bilgiye, Musa aleyhisselâm sahip değildi. Kıssadaki bu hakikat Rahmân’ın şu âyeti ile bize öğretilmiştir: “Her bilgi sahibinin üstünde, muhakkak daha iyi bir bilen vardır.” [Yusuf: 12/76] Hülasa kişi ne kadar ilme sahip olursa olsun, bilmediklerini bilenden öğrenmeye talip olmalıdır.
Sonuç
Peygamberlerin pak sünnetine ittiba eden bir kul ilme iştiyak duyarak amel edeceği ilmi öğrenmeli ve yolunda olmaya çaba göstermelidir. Kıyamet günü kıymet verilenlerden olabilmek için ilmi severek, ilmi hayat yapıp ilim yolunda olmayı hedef edinmeliyiz. Son olarak cehalet hastalığına tutulmuş birçok insan, bulunduğu bölgede ilim ehlinin olmayışını bahane ederek gaflete teslim olmuştur. Bu teslimiyetin ardında, Allâh’u Teâlâ’ya karşı bir başkaldırmanın ve hükümlerinden yüz çevirmenin izlerini taşımaktadır. Bize düşen yolumuza ışık tutan ilim nebisi Musa aleyhisselâm gibi çağımız muvahhîdlerinin de kilometrelerce yol gitmesi gerekse dahi, tüm sıkıntı ve zahmetine katlanıp, ilminden, rüşdünden ve ahlâkından istifade edeceğimiz hocaların izinden gitmektir. Ne mutlu ilim yolunun yolcusu olabilenlere…
Duâmız
Rabbimiz! Hakkında hayır dilediğin, dinde anlayış sahibi kıldığın kullarından eyle bizi, faydalı ilimle rızklandır, cennet yolunu kendisine kolaylaştırdığın ilim yolunda olan sâlihlerden kıl bizleri. Allâhumme âmin.
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile …
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…
Alaaddin Cihad