Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…
Hamd; Alemlerin Rabbi olan Allâh Azze ve Celle’ye, salât ve selam ilk İslâm dâvetçisi Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve tarih boyunca O’nun mübarek izinden giden tüm dâvetçilerin üzerine olsun.
Değerli Minhâc Dergisi okurları! Dergimiz bu ay ‘dâvet’ konusuyla yayında elhamdülillâh. Biz de dergimizin ana temasına binaen dâvete ilişkin edebleri kısaca derlemeye gayret edeceğiz inşallâh.
Dâvet kelimesi, sözlükte; seslenmek, nida etmek, ziyafete veya hoşa giden şeylere başkalarını çağırmak, dava, duâ veya bedduâ etmek gibi manalara gelir.
İslâmî ıstılâhta ise; küfür ehlini tevhîde çağırmak, bâtılı yıkıp yerine hakkı inşâ etmek, İslâm dînini yeryüzüne yaymak, Müslümanları dînin gereklerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya dâvet etmek ve bu yolda hem sözlü hem fiili emek vermek anlamında kullanılmış bir kavramdır. Bu itibarla dâvetin muhatapları kafir ya da mü’min ayırt etmeksizin tüm insânlıktır.
Dâvet, nebîlerin insânlığa gönderiliş sebebi ve en büyük vazifeleri, kendilerinden sonra gelen tüm İslâm toplumlarına da vâcib kılınmış olan bir ameldir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçilik vazifesini yapmamış olursun. Allâh seni insânlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allâh, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmeyecektir.” [Mâide: 5/67]
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır.” [Ali imran: 3/104]
Küfrün bataklığında çırpınan insânlığın kurtuluşu ve hak üzere yeniden dirilişi geçmişte olduğu gibi bugün de ancak dâvet ile mümkündür. Keza Müslümanların yanlışlarını ve eksikliklerini düzeltip îmânda ve amelde kemâle vâsıl olmaları da ancak hak dâvetçilerinin emri bil maruf nehyi anil münker vazifesini terk etmemeleriyle gerçekleşebilir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Siz insânlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz.” [Âl-i İmrân: 3/110]
Dâvet vazifesinin yerine getirilmemesi ise ümmet için acı sonuçlar doğurur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Nefsim elinde olan Allâh’a yemin olsun ki; ya iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız ya da Allâh yakında sizin üzerinize öyle bir bela gönderir, sonra Allâh’a duâ edersiniz de duânız kabul edilmez.” [Tirmizî]
Dâvetçilerin uyması gereken edeblere gelince; biz bu edebleri ihlâs, söz ve amelde tutarlılık, dâvete hazırlık, dâvette öncelik sıralaması, hikmet ve güzel öğütle çağırmak, insânların seviyelerine göre dâvette bulunmak, yumuşak üslup kullanmak ve genel davranış kurallarına uymak olmak üzere sekiz maddede toparladık.
1. İhlâs:
Hâlis bir şekilde yalnızca Allâh’u Teâlâ’nın dînini yeryüzünde yüceltmek ve rızâsını kazanmayı gaye edinmek her ibâdette olduğu gibi dâvetin de şartlarındandır ve onun en önemli edeblerindendir. Yaptığı dâvet ile Allâh Teâlâ’nın dînini değil de kendi nâmını yüceltmeyi ve dünyevî menfaatleri gaye edinenlerin bütün çabaları dünyâda da âhirette de boşa çıkar. Zîrâ riyâ, (amelde gösteriş) bulaştığı ameli fâsit eder. Keza insânların övgüsünü kazanmak için yapılan işlerde kişiye yorgunluk ve bıkkınlığın isabet etmesi ve işin külfetine katlanılamaması kaçınılmazdır. Halbuki yalnızca Allâh’u Teâlâ için yapılan işlerde hem Allâh’ın yardımı umulur hem de karşılık Allâh’tan beklendiği için dünyâda zâhiren bir başarı olmasa da kişi ye’se düşmez.
2. Söz ve amelde tutarlılık:
Sözün amele uygun olması Müslümanın şahsiyetini tamamlayan bir haslettir. Ancak dâvetçi vasfıyla bilinen Müslümanların herkesten önce bu haslete sâhib olması dâvetlerinin başarılı olması için elzemdir. Dâvet ettiği hakîkatlere başta kendisi riâyet etmeyen kişinin insânlar üzerinde hiçbir tesiri olmaz. İnsânlar sözden ziyâde davranışları örnek alırlar. Nitekim Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkelilere büyük tâvizler verildiğini düşünen Müslümanlar üzüntü içinde iken Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem onlara kurbanlarını Hudeybiye’de kesmelerini ve tıraş olmalarını emrettiği ve bunu üç defa tekrarladığı halde hiç tepki vermediler. Bunun üzerine Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Ümmü Seleme’nin yanına giderek üzüntüsünü dile getirdi. Ümmü Seleme ona dışarı çıkıp kurbanını kesmesini ve kendisini tıraş ettirmesini, ardından ashabının da mutlaka bu davranışlarını izleyeceğini söyledi. Rasûlullâh onun tavsiyesini uyguladı ve gerçekten Ümmü Seleme radîyallâhu anhâ’nın dediği gibi oldu. [Buhârî]
Tarihte birçok belde, beldelerine ticâret amacıyla gelen tüccarların dürüst davranışlarından etkilenerek İslâmı kabul etmişlerdir.
3. Dâvete hazırlık:
Dâvetçi olmak isteyen Müslümanların kendilerini ilmî, ruhî, bedenî ve gerektiğinde malî olarak hazırlamaları, çabaları karşılığında elde etmeyi umdukları muvaffakiyete nâil olmaları için zarûrîdir. İnsânları neye niçin ve nasıl dâvet etmeleri gerektiğini bilmeyen ilimsiz dâvetçiler, ruhen dâvet sorumluluğunu taşımaktan acze düşebilecek zayıf kimseler, dâvetin sonucunda karşılaşılabilecek imtihanlara takat getiremeyecek kimseler dâvete faydadan çok zarar verebilirler. Bu sebeble dâvetçi dâvet ettiği hakikatlerin ilmine ve dâvet usûlüne vakıf olmalı, dâvetin sorumluluğu ve yüz yüze gelinebilecek imtihânlara karşı dirâyet gösterebilecek ruhsal olgunluğa sâhib olmalıdır.
4. Dâvette öncelik sıralaması:
Dâvet ve ıslâhâta en önce kendinden, sonra âile efradından olmak üzere en yakınlardan başlayıp bir halka gibi genişletmek sûretiyle devam etmek, dâvette takip edilmesi gereken en doğru sıralamadır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insânlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” [Tahrim:66/6]
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem vahiy indikten hemen sonra eşi Hatice radîyallâhu anhâ’ya gidip durumu anlatmış sonra sırasıyla, amcaoğlu Alî radîyallâhu anh, azatlısı Zeyd ve diğer yakın akrabalarına dâveti duyurmuştu. Nitekim ona ilk îmân edenler ve İslâm toplumunun ilk çekirdeğini oluşturanlar bu mübarek âile olmuştu.
5. Hikmet ve güzel öğütle çağırmak:
İslâm dînini Müslümanlar için ikmâl edip gönderen yüce zât, şüphesiz dînin dâvetinin insânlara nasıl ulaştırılması gerektiğini de beyân etmiştir. Dâvetçinin hikmet, olgun tavır ve güzel sözler ile dâvet etmesi Kur’ân’ın açık nasları arasında yerini almıştır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” [Nahl: 16/125]
Mütekaddimûn müfessirlerin çoğu bu âyetteki hikmeti, Kur’ân, nübüvvet, şüpheden arınmış delîl ve sözle fiil uyumu olarak açıklamışlardır. Mev’ize-i hasene kavramını, Kur’ân’ın ihtiva ettiği emirler ve yasaklar, Allâh’u Teâlâ’nın Kitâbı’nda kâfirlere karşı hüccet kıldığı ibret verici hadîseler, Kur’ân’ın emir ve yasakları, kibar ve nazik davranarak ilmî gerçeklere ve doğru delîllere dayanarak yapılan nasihat ve yönlendirme, tergîb ve terhîble Allâh’ın dînine dâvet etmek gibi mânâlarla açıklamışlardır. En güzel mücadeleyi yani cidâli ise tebliğ vazifesini ifâ ederken en güzel tartışma yolları, alçak gönüllü ve yumuşak sözlerle tartışma, affetmek, muhâtabların kalblerine dokunmak, gafletten uyandırmak, inat veya cehâletle karşı koyanlarla kuvvetli delîller ve en anlaşılır yöntemlerle mücâdele etmek olarak tefsîr etmişlerdir.
6. İnsânların seviyelerine göre dâvette bulunmak:
Dâvette dikkat edilmesi gereken önemli bir unsur da insânların aklî ve ilmî seviyeleri, sosyal konum ve temayülleri, kavrama yetileri ve öğrenim düzeyleri gibi husûsları göz ardı etmemek, bu unsurların gerektirdiği en güzel bir üslup ile hitâb etmektir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsânlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz.” [Ebû Dâvûd]
İnsânların seviyelerine uygun olmayan bir dâvet usulü, dâvet edilen hakîkatlerin kimi zaman yanlış anlaşılmasına kimi zaman da hiç anlaşılmamasına sebeb olur. Halbuki İslâm dîni yalnızca seçilmiş bir zümrenin anlayıp yaşayabileceği bir seçkinler dîni değildir. Kıyâmete kadar gelecek tüm toplumlara ve en alt tabakadan en üst tabakaya kadar toplumların her katmanına anlaşılıp yaşanması için gönderilmiştir. Dâvetçinin şiârı, gücü yettiğince dâvete açık olan her ferde bu gerçeği tebliğ etmek olmalıdır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsânlara anlayabilecekleri şeyler söyleyiniz. Siz Allâh ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?” [Buhari]
“Bir gruba, akıllarının almayacağı şeyler söylersen, şüphesiz bu onların bir kısmı için fitne olur.” [Müslim]
7. Yumuşak üslup kullanmak:
Yumuşak bir üslup ile muhataba yaklaşmak ve bu şekilde hak ve hakîkate çağırmak, dâvetin başarıya ulaşmasında büyük etkenlerden biridir. Muhâtab; sert, kaba, ukala ve müstekbir bir kimse dâhi olsa yumuşak üsluptan ayrılmadan dâvet etmek gerekir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Firavun’a gidin; çünkü o, gerçekten çok azgınlaştı. Ona yumuşak ve gönül alıcı sözler söyleyin. Belki o, böylece aklını başına alır veya hiç değilse biraz korkar.” [Taha: 20/43-44]
Görüleceği üzere bu âyet, dâvet yapılan muhâtab azgınlıkta sınır tanımayan bir kâfir bile olsa yumuşak bir lisân ile konuşmayı emretmektedir. Zîrâ sert ve kaba bir dil, dinleyen kişide nefret uyandırır ve kişi normalde kabul edebileceği şeyleri bile reddetme eğilimine kapılır. Aksine yumuşak ve gönül alıcı bir hitap ise kişide değer verildiği, önemsendiği hissiyatı uyandırır. Değer verilip önemsendiğini düşünen kişi kendisine değer verip hürmetle muamele eden dâvetçinin telkin ve uyarılarına daha açık hâle gelir.
Allâh’u Teâlâ, îmân ehli sahâbeye bile yaptıkları bir hata neticesinde affedici davranan Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem’e hitâben şöyle buyurmuştur:
“Allâh tarafından lütfedilen bir rahmet sâyesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalbli olsaydın, insânlar etrafından dağılıp giderlerdi…” [Âl-i İmrân: 3/159]
8. Genel davranış kurallarına uymak:
Dâvetinde başarılı olmak isteyen bir dâvetçinin riâyet etmesi gereken bir diğer husus da özellikle yaşadığı toplumu ve hedef aldığı kitleyi tanıyıp onların hoşuna gidecek meşru tavır, söz ve davranışlarla yaklaşması, giyim kuşamına dikkat etmesi ve insânlara itici gelebilecek durumlardan kaçınmasıdır. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bir beldeye dâvetçi göndereceği zaman genellikle dış görünüm, tavır ve davranış olarak insânların kalbini çabuk kazanabilecek sahâbeleri seçerdi. Nitekim Medine halkına yapılacak dâvette yaşı yetkin pek çok sahâbe dururken henüz çok genç olan Mus’ab’ı göndermesi bunun en açık örneğidir.
Dâvette uyulması gereken genel âdâbı, Kur’ân ve Sünnet’i esas alarak kısaca açıklamaya çalıştık. Rabbimizden eksiklerimizi gidermesini, yanlışlarımızı düzeltmesini ve dîni için olan her gayretimizi kabulle karşılamasını diliyoruz.
Allâh’a emanet olun.
Selâm ve duâ ile…
Ümmü Elif