En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın adıyla…
Hamd; bizlere sayısız nimetler bahşeden celal ve ikram sahibi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm; hikmet ve güzel öğütle davet eden, müjdeleyici ve korkutucu Nebimiz aleyhisselâm’ın, âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Allâh’u Teâlâ’nın izni ve inâyetiyle bu yazımda sizlere Kur’ân-ı Kerîm’in Yâsîn Sûresindeki Ashâb-ı Karye (Şehir Halkı) kıssasından ve davetten bahsetmeye çalışacağım. Kıssaya geçmeden önce “davet” kavramını inceleyelim.
Davet
Lügatte davet kelimesi, De’ave fiilinden masdar olup “çağırmak, nida etmek, sevk etmek, duâ etmek yahut bedduâ etmek” manalarına gelmektedir. Davet lâfzı; bir isim olarak da kullanılıp lügat manası itibariyle herhangi bir çağrıya delalet eder. Istılahda ise davet kelimesi sadece İslâm’a yapılan çağrı anlamına gelmektedir. Tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker gibi kelimeler de lügat manaları itibariyle davetten farklı olmakla birlikte uygulama ve gayeleri bakımından aynı veya yakın mânaları ifade etmektedirler.
Rasûlleri kavimlerine davetçi olarak gönderen Rabbimiz, beşeriyeti ilâhî rahmetiyle kuşatmıştır. Davet sadece Rasûllere has olmayıp, müslümanlar da daveti yaymakla mes’uldürler. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a îmân edersiniz.” [Al-i İmran: 3/11o]
İlâhî emre muhatap ve davetle mükellef olan kulların izlerinde gidebilmek için, peygamberlerin ve önder şahsiyetlerin kıssalarını öğrenmek önem arz etmektedir. Bu bağlamda vahyin rehberliğinde, daveti ile asırladır okunan Ashâb-ı Karye kıssasını ele alacağız.
Ashâb-ı Karye
“Onlara, şu şehir halkını misâl getir! Hani onlara elçiler gelmişti. İşte o zaman Biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: ‘Biz size gön- derilmiş elçileriz!’ dediler. Elçilere dediler ki: ‘Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz!’ Elçiler dediler ki: ‘Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allâh’ın buyruklarını size teblîğ etmekten başka bir şey değildir!’ dediler. ‘Doğrusu siz, bize uğursuzluk getirdiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, and olsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fenâ bir kötülük dokunur.’ dediler. Elçiler şöyle cevap verdi: ‘Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz!’” [Yâsîn: 36/13-19]
Bu âyetlerin tefsirinde Seyyid Kutup rahimehullâh şöyle demiştir: “Kur’ân şehrin sakinlerinin kimler olduğunu ve o şehrin nasıl bir yer olduğunu belirtmiyor. Bu konudaki rivayetler birbiri ile aynı değildir. Kur’ân’ın o şehri açıklamayışı, şehrin adını ve yerini belirtmeyişi, bunun vereceği derse ve mesaja bir güç katmayacağına delildir. Bundan dolayı şehrin adı ve yeri belirtilmemiş, doğrudan ibretin özüne ve esasına geçilmiştir. Yüce Allâh bu şehre iki elçi gönderir. Tıpkı Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’u -selâm üzerlerine olsun- Firavun ve onun burjuvasına gönderdiği gibi, bu şehir halkı gelen elçileri yalanlarlar. Bunun üzerine yüce Allâh, bu iki elçiyi bir üçüncüsünü göndererek takviye eder. O da kendisinin ve o iki elçinin yüce Allâh’ın katından gelen elçiler olduklarını vurgular.” [Seyyid Kutup, Fî Zılal, VII]
Allâh’u Teâlâ Yâsîn Sûresinde şehir halkının kıssasından haber vermektedir. Kıssada hakla bâtıl, îmânla küfür ve rüşdle sapkınlık arasında tarih boyunca süren şiddetli mücadelenin bir benzeri yaşanmaktadır. Rasûller şehir halkını Allâh’a ve âhiret gününe îmân etmeye, yalnızca Rabbimize kulluk etmeye ve tevhîdî bir hayata çağırdılar. Şehir halkı onları yalanlayıp, onların getirdikleri ilâhî mesaja karşı düşmanca bir tutum sergilediler. Elçiler sebebiyle uğursuzluk ve felaketlere uğradıklarını iddia ettiler. Şehir halkının davet karşısındaki tehditkâr tutumlarına karşılık, elçiler tevhîd gerçeğini kesin delillerle ve akıcı bir nebevî üslupla beyan ettiler.
Şehrin Bir Ucundan Gelen Adam
“Kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: ‘Ey kavmim, elçilere uyun!’ dedi” [Yâsîn: 36/20]
Peygamberlerden yüz çevirip, yalanlamakta ve onları korkutup tehdit etmekte olan zalim şehir halkını hakka davet etmek için, şehrin uzak/ücra köşesindeki mümin adam koşarak gelmiştir. Koşuşturmasıyla onları zulümden alıkoymak, Rasûllere karşı düşmanlık yaparak büyük günah işlemelerine engel olmak istemiştir. Tevhîd şuuru ve davet bilinci, onu şehrin bir ucundan ta öbür ucuna getirmiştir. Rasûlleri desteklemesiyle onlara îmân ettiğini; uzaklardan koşarak gelmesiyle de kavminin îmân etmesi için çabaladığını göstermektedir.
Mümin adam davetine; “Ey kavmim!” diye başlamakta, kavmi kendine izafe etmektedir. Herhangi bir konuşmanın başındaki böyle bir hitap, sıcak bir diyaloğu, saygı ve sevgiyi ifade etmektedir. Davetçinin de başarılı olması için davet ettiği kişilere karşı müşfik olmalı ve onların sevgisini kazanmalıdır. İnsanlar baskı, sertlik ve zorba bir çağrıya kulak vermezler. Nitekim Yüce Allâh, Musa aleyhisselâm’a, kardeşiyle beraber Firavun’a gitmelerini ve ona yumuşak söz söylemelerini emretmektedir: “Firavuna gidin. Çünkü o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” [Taha: 2o/43-44]
Benzer bir tavır, Lokman aleyhisselâm’ın oğluna yaptığı şu nasihatte görülmektedir: “Yavrucucum! Allâh’a ortak koşma! Şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür” [Lokman: 31/13]
Lokman aleyhisselâm bu hitabıyla; İslâm’ın esaslarını anlatırken sert bir tavır takınmadığını ve baskıcı bir metot uygulamadığını bilakis müşfik davrandığını ortaya koymaktadır. Binaenaleyh yumuşak sözlerle tebliğde bulunmak, davetin önemli esaslarından sayılmaktadır.
Davet İçin Ücret Beklememek
“Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” [Yâsîn: 36/21]
Hak yolda olmanın ölçüsü; ecrini ve ücretini Allâh’u Teâlâ’dan bekleyip, kimseden bir karşılık beklememektir. Mümin adamın da elçilerin davetine dair, halkına getirdiği en önemli hüccet; elçilerin maddi bir menfaat beklememeleridir. Bu hususta Peygamberlerin davetleriyle kimseden ücret istememeleri; Kur’ân-ı Kerîm’de toplam on yedi yerde zikredilmektedir. Bilhassa Peygamberlerin davetlerinin anlatıldığı Şu’arâ Sûresinde, önemine binaen beş defa bu hakikat aynı lafızlarla zikredilmiştir: “Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim alemlerin Rabbine aittir.” [Şu’arâ: 26/109,127,145,164,180]
“Davet için ücret beklemeyen kimseler, uyulmaya layıktır” ilkesi, davetçiler için önemli bir kıstastır. Muhatap alınan kimselerin davete icabeti ve iltifatı da bu ilkeye göre şekillenmektedir. Öte yandan bir ücret/menfaat karşılığında yapılan davetin, bu ücreti/menfaati sağlayan kimselerin müdahalesiyle, amacından sapma ihtimali oldukça yüksektir. Ayrıca Nebimiz aleyhisselâm’ın sadakanın kendisine ve ehline verilemeyeceğini belirtmesinin bir hikmeti, Rasûlün insanlardan bir beklenti içinde olmadığını öğütlemek içindir. Günümüz davetçileri de bu konuda son derece hassas davranıp, Rasûllerin davetini örnek alarak, ecri yalnız Rabbimizden beklemelidirler.
Neden Allâh’u Teâlâ’ya İbâdet Etmeliyiz?
“Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibâdet etmeyecekmişim! Hâlbuki, hepiniz O’na döndürüleceksiniz. O’ndan başka ilâhlar mı edineyim? O çok esirgeyici Allâh, eğer bana bir zarar dilerse, onların (putların) şefâati bana hiçbir fayda vermez; beni kurtaramazlar. İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içinde olmuş olurum. Şüphesiz ben, Rabbinize inandım; beni dinleyin! (Ona) ‘Cennete gir!’ denildi. Dedi ki: ‘Keşke kavmim Rabbimin beni bağışlayıp ikram olunanlardan kıldığını bilseydi’” [Yâsîn: 36/22-27]
Rabbimizin kuluna bahşettiği selim fıtrat; kendini yaratana bağlanmaya, O’nu sevmeye ve O’na yönelmeye ihtiyaç duyar. Mümin adam bu gerçeği kendini zorlamadan, dilini dolamadan, karmaşık ve süslü ifadeler kullanmaksızın açık ve yalın bir ifade ile dile getirmektedir. Böylece îmânın içinde güven ve gönül huzuru taşıyan sözünü söylemiş ve onları da buna şahit tutmuştur. Ve Allâh’u Teâlâ’ya neden ibâdet edilmesi gerektiği ile ilgili üç önemli delil zikretmektedir:
- Rabbimiz bizi yaratmış ve hayat nimeti bahşetmiştir. Allâh’u Teâlâ’ya bunun şükrünü eda etmek için ibâdet etmeliyiz.
- Geçici dünya hayatında, imtihan için muhayyer bırakılsak da dönüşümüz Allâh’u Teâlâ’yadır. O’na döndükten sonra da bizi hesaba çekecektir. Dolayısıyla öldükten sonra huzuruna çıkacağımız Allâh’u Teâlâ’ya ibâdet etmeliyiz ki mükâfatına nail olup azabından korunalım.
- Yalnız Rabbimize ibâdet etmezsek, sahte ilâhlara ibâdet etmiş oluruz. Oysa Allâh’u Teâlâ dışında hak ilâh bulunmamaktadır. Allâh’u Teâlâ dışındakiler ne fayda ne de zarar verebilirler.
Mümin adamın etkileyici davet üslubu çok dikkat çekicidir. Kavminin içine düştüğü sapıklığı ifade ederken; kendini misal göstererek, onlara hidayete çağıran mesajlar iletmektedir: “Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibâdet etmeyecekmişim!” Aynı mana ifade edildiği halde bu cümle “Size ne oluyor da sizi yaratana ibâdet etmiyorsunuz” cümlesinden daha tesirlidir. Çünkü insanların ekserisi eleştirilmekten ve kınanmaktan hoşlanmazlar. İnsanların kendi nefisleri ile ilgili kınayıcı sözleri ise, karşısındakinin daha çok düşünmesine ve ibret almasına vesile olur. Hülasa öğüt ve nasihatlerdeki en etkileyici üslup; öğüt verenin muhatabı üzerinden değil de kendi nefsi üzerinden anlatmasıdır.
Kıssanın sonunda mümin adam, kavmi tarafından öldürülmüştür. Kendisini katledenlere karşı hiçbir kin ve intikam alma hissi duymamış; bilakis onların hayrını ve iyiliğini isteyerek, îmân etmelerini arzu etmiştir. Akidesinden dolayı öldürülerek şehadete ulaşan mümin adam; Allâh’u Teâlâ’nın rızasını kazanmış, “Cennete gir!” müjdesine mazhar olmuştur. Ne mutlu davetiyle ebedi saadet yurdunu kazananlara…
Dersler ve Hikmetler
- Kıssadaki davet müjdeleme ve uyarma esasına dayanmaktadır. Mümin adamın söylediği sözlerin muhtevası, muhataplarını müjdeleme ve uyarıp korkutmaktır. Peygamberlerin daveti de bu iki önemli esas üzerinde temellendirilmiştir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” [Furkan: 25/56]
- Mümin adam, kavmine örnek olmak ve öncü olmak için, gelen elçilere îmân ettiğini haykırıp ilan etmiştir. Kavminin tehditlerine karşı cesurca hareket etmiş, insanların itirazlarına aldırış etmeden Rasûllerin davetine koşarak icabet ederek, kulluk görevini yerine getirmiştir. Yaratılış gayemiz olan tevhîdi, eğip bükmeden halkına anlatmıştır. Îmânın temel esaslarını açıklayıp, eşi ve ortağı olmayan bir ilâha kulluğun gerekliliğini vurgulamıştır.
- Halkının yalanlamasına aldırmadan, Rasûllere îmân eden mümin adam; toplumdan tepki görmesine ve hatta öldürülme tehlikesine rağmen halkına kin duymayarak ve intikam peşinde koşmayarak hak yola davette yüksek ahlâk örneği göstermektedir. Mümin adam davetiyle; yumuşak olmayı, fedakârlık yapmayı, şahsî menfaat içinde olmamayı, ilmi amele dönüştürmeyi ve ölümü dahi göze alarak kişinin itikadına sahip çıkması gerektiğini öğretmiştir.
- Rasûlleri yalanlayan Ashâb-ı Karye, günümüz deistlerinin fikir babalarındandır. Deizm düşüncesine göre Allâh’u Teâlâ kâinatı, Cenneti ve Cehennemi yaratmış ancak Rasûl göndermemiştir. Şehir halkının inançları âyet-i kerîmelerde zikredildiği kadarıyla deistlerin düşüncesine paralellik göstermektedir. Çünkü onlar da Allâh’u Teâlâ’nın varlığına inanmaktadırlar. Ancak vahyi inkâr etmektedirler.
- Mümin adam hemşehrilerine “Ey Kavmim!” diye hitap ederek; içten, sıcak bir yaklaşım sergilemiş ve irşadda etkileyici bir usul uygulamıştır. Kendi nefsi için istediğini onlar için de arzu ettiğini göstermiştir. Samimi duygularla onlara tebliğ etmiş. Muhataplarına öfkelenmeden, onlar için iyi temennilerde bulunmuş ve nazik bir üslupla uyarmayı hedeflemiştir. Hoşgörülü bir tavırla, onların duygularını harekete geçirmeden, akıllarına ve mantıklarına hitap etmiştir.
- Kıssada geçtiği üzere Rasûllerin daveti, şehrin uzak köşesine ulaşmıştı. Davetçiler, davetlerini sadece belirli bir bölgeyle sınırlı tutmayarak, şehrin en uzak köşelerine dâhi ulaştırmayı amaçlamalıdırlar. Bu doğrultuda davetçiler, uzakları yakın görüp, her türlü meşru yöntemi deneyerek gerek kitabî gerek şifahî daveti hakkıyla icra etmelidirler.
- Kıssada öğretilen bir başka hakikat ise, davete bazen yakınlarımız ilgisiz kalabilir, üstüne bize menfî bir tavır gösterebilirler. Merkezimizde olan en yakın bildiklerimiz daveti reddedebilirler. Ancak bu bizim şevkimizi kırmamalı, bilakis daveti daha fazla sahiplenmeliyiz. Umulur ki bununla uzaktan davetimize icabet edecek kimseler olsun.
- Mümin adam kavmini ilk olarak, Rasûllere uymaya davet etmişti. Yaşadığımız bu çağda da anlatmaktan aciz olan veya davet fıkhına haiz olmayan muvahhîdler; daveti bilen, inceliklerine vakıf olan kimseleri dinlemelerini insanlara nasihat edebilirler. Herkes davetçi olamayabilir ancak hakkıyla daveti icra edenlere insanları çağırabilir.
- Hakkın tespitinde ölçü onu savunanların çokluğu değildir. Ölçü; kim savunursa savunsun, savunulan şeyin hakka uygunluğudur. Lakin sayısal çokluğun insanlar üzerinde etkili olduğu, özellikle geniş kitleler üzerinde etkisi bir gerçektir. Bu hususta Allâh’u Teâlâ yalanlanan iki elçiye destek olarak üçüncü bir elçi göndermiştir.
- İnsanlar, düşmanlıkta; tanımadıkları, güçlerini tam olarak ölçemedikleri yabancılara karşı daha temkinli davranırlarken, bildikleri ve tanıdıkları insanlara karşı daha cesur ve atılgan davranmaktadırlar. Şehir halkının mümin adama tepkisini de bu şekilde anlamak mümkündür.
Sonuç
Kıssada kentin uzak yerinden koşarak gelen adamın yaptığı konuşma; en güzel vaaz ve nasihat örneği olup, davetçiler için emsal oluşturmaktadır. Rasûlleri yalanlayanlar ise; gaflet ve îmânsızlık içinde bocalayan, ilâhî hakikatlere direnen inatçı kâfir insan portresini çizmektedir.
Davetine davasına sahip çıkan, gayret edip koşan kimseler, Yâsîn Sûresiyle asırlardır okunan Cennetle mükâfatlandırılan mümin adamın izinden gitmiştir. Bu bağlamda her muvahhîdin; kıyam edip hayırlarda yarışması, davet için koşuşturma içinde olması gerekmektedir.
Duâmız
Ya Rabbi! Bize, hikmetle ve güzel öğütle davet etmeyi nasip eyle. Allâh’ım! Dinin için koşturan ve daveti kendine hayat yapmış kullarına arasına bizleri de kat. Allâhumme âmin.
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…
Alaaddin Cihad