«
  1. Anasayfa
  2. KUR'ÂN
  3. Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Screenshot 2022-11-14 at 14.06.54

Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adıyla… Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dilerim. Salat ve selam nebilerin sonuncusu Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve bütün nebilerin üzerine olsun. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya sığınarak ve ondan yardım dileyerek derim ki:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ yüce Kitabında Musa aleyhisselâm hakkında bizlere şöyle bahsetmektedir: “Mümin bir toplumun (eğitim ve terbiyesi) için sana, Musa ve Firavun kıssasının bir kısmını hak olarak okuyoruz.” [Kasas: 28/3] Allâh Subhânehu ve Teâlâ, biz mümin kulları için bir çok dersler olduğunu bildiriyor. Rabbimin yardımıyla yazımızı okuyarak hep beraber öğrenelim.

Bu sayımızda ulu’l-azm rasûllerin üçüncüsü olan, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kendisine Kur’ân-ı Kerim’de, “Kelimullah” dediği, mucizeleri nübüvvetiyle beraber verilen Musa aleyhisselâm’ın hayatını ve Firavunla olan Tevhid mücadelesini ele aldım. Musa aleyhisselâm’ın, bu tevhid mücadelesini iki kısma bölmeyi acizane uygun gördüm. Hep beraber Musa aleyhisselâm’ın kıssasının ilk kısmını okuyalım…

Mısır Firavunu  Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Mısır tahtında, İsrail oğullarından nefret eden ve onlara karşı kin tutan Firavunlar hüküm sürmekteydi. Firavunlar İsrailoğullarının, nebilerin neslinden geldiklerine ve Yusuf aleyhisselâm’ın ailesinden olduklarına inanmıyorlardı. Hatta onların, insaf ve merhamete layık insanlar olmadıklarını bile düşünüyorlardı.

O zamanın Firavunu kendi kavmi Kıptileri bir millet, İsrailoğullarını da ayrı bir millet olarak görüyordu. Kıptilerin hükmetmek için yaratıldıklarına, İsrailoğullarının da köle sınıfından olduklarına ve hizmet etmek için yaratıldıklarına inanıyordu. Böyle düşünceye sahip olduğu için, İsrailoğullarına kötü muamelede bulunuyordu.

Firavun, kendisinden daha üstün birini kabul etmeyen kibirli ve zalim bir kraldı. Allâh’a inanmıyordu ve şöyle diyordu: “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” [Naziat: 79/24] Krallığıyla, saraylarıyla ve güçlü kuvvetli oluşuyla gururlanıyordu. Şöyle diyordu: “Mısır mülkü ve şu, mülkümün altından akan nehirler benim değilmi?”  [Zuhruf: 43/51]

Azgın Firavun, insanları kendisine ibadete ve secde etmeye çağırdı. İnsanlarda ona itaat ettiler. Ancak İsrailoğulları bundan kaçındı, çünkü onlar, Allâh’a ve rasûllerine inanıyorlardı. Bundan sonra İsrailoğullarına karşı Firavun’un öfkesi daha da arttı.

Çocukların Boğazlanması Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Kıpti bir kahin Firavun’a gitmiş ve ona şöyle demişti: “İsrailoğullarından bir çocuk doğacak ve senin bu saltanatın onun eline geçecek.” Firavun bu habere çok kızdı. Adamlarına, İsrailoğullarından doğacak erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Firavun’un adamları, Mısır’a dağıldılar. Her yeri didik didik arıyorlardı. İsrailoğullarından bir erkek çocuğunun doğduğunu öğrendiklerinde onu alıyorlar ve acımasızca öldürüyorlardı.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ Firavun’un bu durumu hakkında Kur’ân’da söyle buyurmaktadır:  “Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını gruplara ayırıp onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüzleştiriyor; erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.”  [Kasas: 28/4]

Firavun’un Korktuğu Çocuk Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Firavun’un korktuğu ve önlemek istediği şeyi gerçekleştirmişti. İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtaracak çocuk doğmuştu. İnsanları, kula kulluktan kurtarıp Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya kulluk etmeye sevk edecek çocuk doğmuştu. İnsanları, karanlıklardan nura çıkarmasını Yüce  Allâh’ın takdir ettiği çocuk doğmuştu. O çocuk Musa aleyhisselâm’dı…

Ancak Musa aleyhisselâm’ın annesi, güzel çocuğu için endişeleniyordu… “Musa’nın annesine: “Onu emzir. Onun için (Firavun ve askerlerinden dolayı) korkarsan onu denize bırak. Korkma, üzülme! Şüphesiz ki biz, onu sana geri döndürecek ve onu gönderilmiş rasûllerden kılacağız!” diye vahyettik.” [Kasas: 28/7] Allâh Subhânehu ve Teâlâ, zavallı anneye yardım etti ve çocuğu bir sandığa koyup Nil nehrine atmasını kalbine ilham etti. Allâhu Ekber! Şefkatlı anne, çocuğunu, bir sandığın içine nasıl koyar ve koca Nil nehrine nasıl bırakırdı?

Anne hüzünlü, kim emzirirdi yavrusunu acıktığında, kim onu korurdu…? Anne’de derin bir tevekkül, sabır ve teslimiyet…? Muvahhid kadının en güzel vasıfları: Tevekkül, sabır ve teslimiyet. Musa aleyhisselâm için ev, sandıktan daha güvenli değildi. Çocuk kasapları, pusudaydı ve onlar, karga gibi görüyor, karınca gibi koku alıyorlardı.

Nil Nehrinde Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Firavun’un Nil kıyısında birçok sarayı vardı. Günlerden bir gün kraliçe ile Nil’i seyr ederken, birden gözü, dalgaların arasındaki sandığa ilişti. Dalgalar sanki sandıkla oynuyordu. Hizmetçiler gidip sandığı getirdiler, sandığı açtıklarında içinde gülücükler dağıtan güzel bir çocuğun olduğunu gördüler. Herkes hayrete düştü, hizmetçilerin biri bebeğin “İsrailoğullarından olduğunu ve boğazlanması gerektiğini” söyledi. Ama kraliçe bebeği görmüş ve sevgisi kalbine işlemişti. Bebeği öptü ve bağrına bastı. “Firavun’un karısı dedi ki: “Bana ve sana göz aydınlığı olacak (bir çocuk). Onu öldürmeyin. Belki bize bir faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz.” Onlar (yaşanacakların) farkında değillerdi.”  [Kasas: 28/9]

İşte Musa aleyhisselâm bu şekilde Firavun’un sarayına girdi. Firavun ve askerlerine rağmen yaşamaya devam eti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Firavun’un mülkünü elinden alacak çocuğun, bizzat Firavun’un elinde yetişmesini istemişti. Musa aleyhisselâm Firavun gibi zalim düşmanın elinde, sarayında büyüyecekti. “Firavun ailesi, kendileri için düşman ve üzüntü olsun diye onu aldılar. Firavun, Haman ve orduları yanılmışlardı.” [Kasas: 28/8]

Saraydaki Hayat Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Yeni çocuk, sarayın eğlencesi ve evin neşesi olmuştu. Herkes onu kucaklıyor, seviyor, öpüyordu. Kraliçe onu çok sevmişti, çocuğu emzirecek süt annesi istedi. Bir süt annesi geldi, çocuğu eline aldı, ancak çocuk ağladı ve süt emmek istemedi. Kraliçe başka bir süt annesi istedi. O da çocuğu aldı, yine çocuk ağladı ve emmekten kaçındı. Üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi de geldi, ama çocuk ağladı  ve emmekten kaçındı. Şaşılacak bir durumdu, çocuk niçin emmiyor ve niçin ağlıyordu? Süt anneleri, kraliçeyi memnun etmek ve bahşiş almak için çocuğu emzirme hususunda hayli gayret sarf ettiler. Musa aleyhisselâm sarayın gündemindeydi, neden emmiyordu? Neden hiç bir süt anneyi kabul etmiyordu bu bebek? Günler geçmesine rağmen hiç emmemişti…

Sonsuz hikmet sahibi, Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’ın hiçbir süt annesini kabul etmeyişini bizlere ne kadar güzel bildirdi: “Biz onu (annesine geri çevirmeden) önce, süt anneleri ona haram kıldık. (Kimsenin sütünü içmiyordu.) Kız kardeşi dedi ki: “Size onun bakımını üstlenecek ve ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?” [Kasas: 28/12] Musa aleyhisselâm’ın kızkardeşi “Size onun bakımını üstlenecek ve ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?” dedi ve annesini saraya getirdi.

Anne, Oğul Kavuşuyor

Musa aleyhisselâm’ın annesi geldiğünde ve hizmetçi Musa aleyhisselâm’ı getirip ona verince, çocuk annesine sarıldı ve emmeye başladı. Sanki daha önceden sözleşmişlerdi. Kraliçe ve saray halkı buna  sevindi. Ama Firavun şüphelendi ve şöyle dedi: “Bu çocuk, bu kadını niçin kabul etti? Acaba o, onun annesi miydi?” Musa aleyhisselâm’ın annesi şöyle dedi: “Efendim! Ben kokusu temiz, sütü temiz bir kadınım. Bütün çocuklar beni kabul eder.” Firavun sustu ve ona bir ücret tayin etti. “Gözü aydın/içi ferah olsun, üzülmesin ve Allâh’ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye (Musa’yı) annesine geri çevirdik. Fakat onların çoğu bilmezler.” [Kasas: 28/13] Musa aleyhisselâm’ın annesi, süt emzirme işini tamamladıktan sonra onu saraya iade etti.

Musa aleyhisselâm ve Tevbesi 

Musa aleyhisselâm, kral çocukları gibi sarayda yetişti. Musa aleyhisselâm, güçlü ve kuvvetli bir genç olunca, Allâh Subhânehu ve Teâlâ, ona ilim ve hikmet verdi. Toplum tarafından huy güzelliği ve iyiliği ile bilinirdi. Musa aleyhisselâm, zalimlere buğz eder, onları sevmezdi. Zayıfları ve mazlumları severdi. Her rasûl gibi onlara yardım ederdi.

Bir defasında Musa aleyhisselâm, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada Firavun’un şehrine girdi. Orada iki kişinin dövüştüğünü gördü. Biri, İsrailoğullarındandı, diğeride İsrailoğullarının düşmanları Kıptilerdendi. İsrailoğullarından olan adam, Musa  aleyhisselâm’dan yardım isteyince, Musa aleyhisselâm yardıma koştu ve Kıpti’yi şöyle bir itince adam düştü ve öldü.  Musa aleyhisselâm bu duruma üzüldü: “Dedi ki: “Bu, şeytanın işidir. Şüphesiz ki o, apaçık saptırıcı bir düşmandır.” [Kasas: 28/15] Çünkü Musa aleyhisselâm istemsizce bir kişinin ölümüne sebep olmuştu. Hemen Rabbine yöneldi: “Dedi ki: “Rabbim, nefsime zulmettim. Beni bağışla.” [Kasas: 28/16] Musa aleyhisselâm burda bize çok güzel bir örnek oluyor: Kul olarak hata yapıyor, sonrasında bunun farkına varıp Rabbinden af ve mağfiret diliyor, yani tevbe ediyor…

Bu olayın üzerine Musa aleyhisselâm şehrin ileri gelenlerinin kendisini öldüreceklerini duyunca, şehri terk etti… “Oradan korkarak ve etrafı gözetleyerek çıktı. “Rabbim, beni zalimler topluluğundan kurtar.” Dedi.” [Kasas: 28/21]

Risalete Doğru… Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Musa aleyhisselâm, Mısır’ı terk edince Medyen’e doğru yola koyuldu. Çünkü Medyen Firavun’un  idaresinde değildi. Medyen de İbrahim aleyhisselâm’ın soyundan gelen insanlar vardı. Uzun bir süre Medyen’de kaldıktan sonra tekrar Mısır’a dönmek istedi. Ailesiyle beraber giderken, Sina çölünde yolu şaşırdı. Şiddetli bir soğukla beraber, etraf zifiri karanlıktı. Musa aleyhisselâm uzaklarda bir ateş görünce, “Ailesine dedi ki: “Burada bekleyin. Çünkü ben bir ateş gördüm. Ondan size bir haber getirmeyi ya da ısınmanız için bir kor parçası getirmeyi umuyorum!” [Kasas: 28/29]

“Oraya varınca kendisine: “Ey Musa!” diye seslenilmişti. Şüphesiz ki ben, (evet) ben, senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen, mukaddes vadide, Tuva’dasın. Ben, seni seçtim. Vahyedilene kulak ver.” [Taha: 20/11-13]  Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’a ismiyle doğrudan hitap ediyor, arada vahiy meleği olmadan… Bunun içindir ki, Musa aleyhisselâm “Kelimullah”tır.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, burda Musa aleyhisselâm’a, onu rasûl olarak seçtiğni haber veriyor. Ne kadar mukaddes bir görev, ne kadar yüce bir makam. Ve devamında Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmakta: “Şüphesiz ki ben, Allâh’ım. Benden başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Bana ibadet et. Beni zikretmek için namaz kıl. Kıyamet gelecektir/kopacaktır. Her nefis çabasının karşılığını alsın diye, Onun vaktini gizli tutuyorum.” [Taha: 20/14-15]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, zatına yakışır şekilde kendini tanıtıyor. Tek ilah olduğunu, tek mabud olduğunu bildiriyor. Ve namazı emrediyor, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı hatırlamak için, zikretmek için namaz… Son olarak Allâh Subhânehu ve Teâlâ kıyametin geleceğini hatırlatıp, her nefsin çabalarının karşılığını alacağını bizlere bildiriyor… Ve Musa aleyhisselâm uzaklardaki ateşten bir haber veya bir odun parçası almayı murad ederek ateş’e doğru yaklaşırken, bir rasûl olarak oradan dönüyor.

Mucizeler Musa aleyhisselam ve Firavunla Mücadelesi

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûllerini kavimlerine karşı desteklemek için onlara mucizeler vermiştir. Musa aleyhisselâm’ın mucizelerinin ilkini beraber okuyalım. Allâh Subhânehu ve Teâlâ sordu: “Sağ elinde (tuttuğun) nedir ey Musa?” [Taha: 20/17] Musa aleyhisselâm Rabbiyle ilk kez konuştu: “Demişti ki: “O benim asamdır. Ona yaslanıyorum, onunla hayvanlarıma yaprak çırpıyorum ve daha başka işlerimde ondan faydalanıyorum.” [Taha: 20/18] Allâh Subhânehu ve Teâlâ: “Asanı bırak!” (Asayı attı.) Onun bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan kaçmaya başladı. “Ey Musa! Geri dön ve korkma! Çünkü sen güven içinde olanlardansın.” [Kasas: 28/31]

Musa aleyhisselâm asasının yılan gibi süründüğünü görünce korkmuştu. Yıllardır elinde taşıdığı asası şimdi nasıl yılan olmuştu? Bu kadar korkunca, haliyle kaçmıştı. Ve Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûlünü teskin etti. Ona güvende olduğunu hatırlattı…“Buyurdu ki: “Al onu! Korkma, biz onu ilk hâline geri çevireceğiz.”  [Taha: 20/21] Musa aleyhisselâm yılanı aldı, deminki yılan şimdi elinde tekrar asaya dönüştü. Musa aleyhisselâm’ın korkusu gitmiş ve kalbi sükuna ermişti.

Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan yeni bir emir geldi: “Elini koynuna sok. Hiçbir kötülük/hastalık olmaksızın bembeyaz çıkacak. (Yaşadığın) korkudan dolayı ellerini kendine doğru çek (korkun gider).” [Kasas: 28/32] Musa aleyhisselâm’ın ikinci mucizesi “ışık saçan el” idi. Musa aleyhisselâm emre uyup elini koynuna sokunca, elleri bembeyaz oldu. Bu durum Musa aleyhisselâm’ı korkuttu. Ve yine Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûlünü yalnız bırakmadı. Ona korkusunu gidermesini de öğretti.

Musa aleyhisselâm’da diğer rasûllerde olmayan bir farklılık daha vardı… Diğer rasûller’e mucize, kavmi tarafından istenilince verilirdi. Ama Musa aleyhisselâm’da bu iki mucize risaletiyle beraber verildi. Bakalım Allâh Subhânehu ve Teâlâ, mucizelerin önce verilmesindeki hikmeti bize nasıl anlatıyor: “Bu ikisi (asa ve el) Rabbinden, Firavun ve ileri gelenlerine (içinde hiçbir şüphe olmayan) iki kanıttır. Şüphesiz ki onlar, fasık bir topluluktur.” [Kasas: 28/32] Musa aleyhisselâm’a bu mucizeler önceden verildi ki, gidip Firavun ve yandaşlarına tevhid’i tebliğ etsin ve mucizelerle onlara delil getirsin. Çünkü onlar fasık bir topluluktur…

İlk Davet

“Hani Rabbin Musa’ya seslenmişti: “Zalimler topluluğuna git.” Firavun’un kavmine… (Onlara şunu sor: Allah’a şirk koşmaktan ve masiyetten) korkup sakınmazlar mı?” [Şuara: 26/10-11] Musa aleyhisselâm’ın kimleri hak dine davet edeceği Allâh Subhânehu ve teâlâ tarafından belirlenmişti. Hedef, Firavun ve yandaşları… Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’a tebliğ ve davet görevini verdiği vakit Musa aleyhisselâm, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan yardım istedi: “(Musa) demişti ki: “Rabbim! Göğsümü genişlet! İşimi kolaylaştır. Dilimdeki bağı/düğümü çöz ki; sözümü anlayabilsinler. Ailemden bir vezir/yardımcı ihsan et bana. Kardeşim Harun’u. Onunla gücümü pekiştir. Onu (davet) görevime ortak et. Ta ki seni çokça tesbih edelim. Çokça zikredelim. Şüphesiz ki sen, bizi görensin.” [Taha: 20/25-35]

Burdaki başka önemli bir nokta da, daveti sadece duyurmak değil, birde anlaşılmasını sağlamak… Nebilerin duaları Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında makbuldu. Musa aleyhisselâm’ın duası kabul olundu ve Harun aleyhisselâmda nebi oldu. Musa aleyhisselâm’ı zalim Firavuna karşı desteklemek için Harun aleyhisselâm vardı artık.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, bu kardeş rasûllere şu emri verdi: “Sen ve kardeşin ayetlerimle (Firavun’a) gidin ve beni zikretmekte gevşeklik göstermeyin. İkiniz Firavun’a gidin; çünkü o azgınlaştı.” [Taha: 20/42-43] Burda Allâh Subhânehu ve Teâlâ, rasûllerine Firavun’a gitmelerini emretmekle beraber, onlara zikrin ehemmiyetini tekrar vurguluyor. Çünkü zikir Muvahhid olanın güç kaynağıdır. Devamında Allâh Subhânehu ve Teâlâ: “Ona yumuşak söz söyleyin! Belki öğüt dinler, veya korkar.” [Taha: 20/44] buyurmaktadır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ davette uslubumuzun yumuşak olması gerektiğini bize öğretiyor…

Iki kardeş Nebi aleyhisselâm Firavuna gideceklerdi ama endişeleri vardı, çünkü Firavun azgınlığı ile tanınırdı. Endişelerini Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya arz ettiler: “Rabbimiz! Şüphesiz ki onun, bize karşı taşkınlığından ve azgınlaşmasından korkuyoruz.” [Taha: 20/45] Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ Nebilerine tesellide bulundu ve şöyle buyurdu: “Korkmayın! Hiç kuşkusuz Ben, sizinle beraberim; işitiyor ve görüyorum.” [Taha: 20/46] Kulun Rabbi kendisiyle beraber olduktan sonra, tüm dünya karşında olsada ona korku yoktur… Ya Rabbi bizlere bunu idrak edip, korkusuzca tevhid davetini yapmayı nasip et.

Bunun üzerine Musa ve Harun aleyhisselâm, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan aldıkları görev ile Firavun’a gittiler. Musa demişti ki: “Ey Firavun! Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbinden (gelen) bir elçiyim. Allâh’a karşı yalnızca hak olanı söylemek benim görevimdir. Şüphesiz ki size Rabbinizden apaçık mucizelerle geldim. [A’raf: 7/104-105] Peki Firavun ne dedi Musa aleyhisselâm’a? Firavun Musa aleyhisselâm’ı karşısında görünce, onun özür dileyeceğini düşündü. Beklemediği sözler duydu, adeta beyninden vurulmuşa döndü. Firavun Musa aleyhisselâm’a geçmişini hatırlatarak onu kınadı. (Firavun) demişti ki: “Seni çocukken biz yetiştirmedik mi? Ömrünün çoğu yılını bizim aramızda geçirmedin mi? Ve yapacağını yapmış (bizden birini öldürmüştün). Sen nankörlerdensin.” [Şuara: 26/18-19]

Bu tam olarak tağutların ortak karakteridir. Onlar Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın verdiği rızkı insanların başına kakarlar. Tevhid ile Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya yönelenlere, tağutların otorite ve rububiyet iddiasını reddeden muvahhidlere: “Sizi, biz eğitmedik mi? İşinizi, aşınızı vermedik mi?” diyerek onları nankörlükle suçlarlar. Oysa Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın mülkünde, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya rağmen hâkimiyet iddiasında bulunarak en büyük nankörlüğü kendileri yapmaktalar.

Bakalım Musa aleyhisselâm, Firavun’ın çirkin ithamına karşılık ne dedi: “(Musa) dedi ki: “Ben o işi yaptığım zaman (henüz Allâh’tan vahiy almayan) bir bilgisizdim. Sizden korktuğum için de kaçtım. (Akabinde) Rabbim bana hüküm (nübüvvet) verdi ve beni gönderilmiş resûllerden kıldı. Bana minnetini ettiğin nimet de, İsrailoğullarını köleleştirmenden olsa gerek.” [Şuara: 26/20-22]

Musa aleyhisselâm’ın dedikleri Firavunun hoşuna gitmedi ve konuyu hemen değiştirip: “Firavun demişti ki: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?” [Şuara: 26/23] Musa aleyhisselâm en güzel şekilde, ona davayı duyurmakla devam etmekteydi. Musa (a.s) ve Firavun arasında karşılıklı bir konuşma devam etti: “Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şayet yakinen inanırsanız (böyledir).” (Firavun) çevresindekilere: “İşitmiyor musunuz?” demişti. (Musa) demişti ki: “Sizin ve evvelki atalarınızın Rabbidir.” (Firavun) demişti ki: “Size gönderilen bu resûlünüz kesinlikle delidir.” (Musa) demişti ki: “Doğunun, batının ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Şayet aklederseniz.” [Şuara: 26/24-28]

Bakın kardeşler, Firavun Musa aleyhisselâm’ı kızdırmak ve konuyu dağıtmak için elinden geleni yapıyor. “Allâh kim?” demiş, çevresinde bulunanları kışkırtmaya çalışmış. Musa aleyhisselâm ise onun sözlerine cevap vermeden, davetini farklı cümlelerle tekrar etmiştir. Tevhid davetini sabote etmek isteyenlere karşı bizim tavrımızda böyle olmalı. Yan sorulara cevap vermeden, hakaret ve saldırıları duymaksızın davetin mesajını farklı cümlelerle tekrar edip, Firavun zihniyetinde olan insanların oyununa gelmemek…

Firavun Tevhid davetini kabul etmediği gibi bir de, Musa aleyhisselâm’ı ne ile tehdit ediyor: “Demişti ki: “Şayet benim dışımda bir ilah edinecek olursan, hiç şüphesiz, seni hapse atacağım.” [Şuara: 26/29] Musa aleyhisselâm “Demişti ki: “Apaçık bir belgeyle gelmiş olsam da mı?” [Şuara: 26/30] Firavun: “Demişti ki: “Şayet doğru söylüyorsan getir onu (bakalım)!” [Şuara: 26/31] Firavun, Musa aleyhisselâm’ın bir belge, bir mucize getiremiyeceğini düşünüyordu. Kendisi hep halkına yalan söylediğinden, Musa aleyhisselâm’dan gerçek birşey beklemiyordu. “(Bunun üzerine) Musa asasını attı. (Bir de ne görsün) o, apaçık bir yılan oluvermiş. Elini (koynundan) çekti. (Bir de ne görsün!) Bakanların (gözünü alacak kadar) bembeyaz (bir ele dönüşüvermiş)” [Şuara: 26/32-33] Firavun bu yüce mucizeler karşısında nasıl davranacağını bilemeyince: “Çevresinde bulunan seçkinlere: “Bu, bilgili/usta bir büyücüdür.” demişti. (Firavun:) “Yaptığı bu sihirle sizi yerinizden yurdunuzdan etmek istiyor. Ne buyurursunuz?” (dedi.) [Şuara: 26/34-35]

İlk önce Musa aleyhisselâm’a büyücülük iftirası atıyor. Bu durumu defaatla bir çok nebimizde görüyoruz. Nebilerimizin getirdikleri ilahi Kelam, ilahi mucize olduğu için karşı koyanlar hep büyücülükle, sihirbazlıkla, şairlikle yalanlıyorlar getirileni. Yine Firavun ve Firavun’un zihniyetindeki insanların tavrını görmekteyiz, insanları zaafından yakalayıp vatan-millet edebiyatı yaparlar. “Ülkeyi bölecekler!”, “Sizi yurdunuzdan edecekler!” gibi söylemler söyleyerek insanları kışkırtırlar…

Ve Sihirbazlar İşe Karıştı

“Musa demişti ki: “Hak size geldiğinde, ‘bu sihir’ mi diyorsunuz? Hâlbuki sihirbazlar kurtuluşa eremezler.” [Yunus: 10/77]  Firavun’un adamları Musa aleyhisselâm’ı dinlemediler bile. Göstermiş olduğu mucizelerin, sihir olduğuna direttiler ve Firavuna bir teklifte bulundular, Dediler ki: “Onu ve kardeşini ertele. (Hemen cezalandırma!) Şehirlere toplayıcılar yolla. Tüm usta sihirbazları sana getirsinler.” [Şuara: 26/36-37] Firavun sihirbazların bu fikrini beğendi ve Musa aleyhisselâm’a şöyle seslendi: “Yaptığın büyüyle bizleri yurtlarımızdan sürüp çıkarmak için mi geldin ey Musa? Kesinlikle biz de onun benzeri bir büyü ile sana geleceğiz. Bizimle senin aranda, bir buluşma yeri ve zamanı belirle. Ne biz ne de sen (sözümüzden) dönelim. (Belirlediğin mekân) hepimize eşit mesafede/düzlük bir alan olsun.” [Taha: 26/57-58]

Öylede oldu, Firavunların bayram günü tayin edildi ve sonunda kararlaştırılan bayram günü geldi. Halk merak içerisindeydi. Firavun, sihirbazları ve halkı etrafında topladı, onlara bir konuşma yaptı ve yine sapıklığını ortaya koyarak “Ben sizin en büyük rabbinizim” [Naziat: 79/24] dedi. Herkes meydana toplandığına göre başlayabilirlerdi. Sihirbazlar: “Ey Musa! Ya önce sen (hünerini) sergile ya da biz başlayalım. (Ne dersin?)” demişlerdi.” [Araf: 7/115] Musa aleyhisselâm  “Demişti ki: “Başlayın.” (Sihir aletlerini yere) atınca insanların gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler ve büyük bir sihir ortaya koydular. [Araf: 7/116]

Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, hem insanların gözlerini büyülediler hemde Musa aleyhisselâm’ın içine bir korku düştü. Musa aleyhisselâm, sihirbazlarla aynı seviyede kalmaktan korkmuştu. Bir anlık böyle hissetmişti ki, Allâh Subhânehu ve Teâlâ ona: “Buyurduk ki: “Korkma! Şüphesiz ki sen, elbette, üstün olansın. At sağ elindekini! Onların yaptıklarını yutacaktır. Onların yaptığı yalnızca bir büyücü hilesidir. Ve büyücü ne yaparsa yapsın, kurtuluşa eremez/başarılı olamaz.” [Taha: 20/68-69]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan bu teminatı ve emri alınca Musa aleyhisselâm rahatladı. Ve asasını atmadan sihirbazlara şöyle dedi: “Bu yaptığınız büyüdür. Şüphesiz ki Allâh, onu iptal edecektir. (Çünkü) Allâh, bozguncuların yaptığını ıslah etmez.” [Yunus: 10/81] Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ: “Biz, Musa’ya: “Asanı yere at.” diye vahyettik. (Bir de ne görsünler!) O, onların uydurduklarını yutuvermiş. Artık hakikat ortaya çıktı ve onların yaptıkları bir hiç olup gitti. Oracıkta yenilmiş ve küçük düşmüşlerdi.” [Araf: 7/117-119] diye buyurdu.

Ne olmuştu? Nasıl olmuştu? Meydanı kaplayan, dağlara-derelere sığmayan o ipler ve değnekler, hepsi yok olmuştu. Musa aleyhisselâm’ın yılan gibi hareket eden asası tarafından birer birer yutulunca herkes şaşırdı. Herkes korkmuş bir halde birbirine bakıyordu. Derken bunun üzerine çok güzel bir olay daha oldu… “Sihirbazlar (gördükleri karşısında) secdeye kapanmışlardı. Demişlerdi ki: “Biz, âlemlerin Rabbi olan (Allâh’a) iman ettik. Musa’nın ve Harun’un Rabbi olan (Allâh’a).” [Araf: 7/120-122]

Allâhu Ekber… Bu ne büyük bir zafer… Sihir, bütün çeşitleriyle birlikte ortadan kalkmıştı. Sihirbazların büyük bir topluluk içinde iman etmeleri, Firavun’un itibarını ciddi anlamda sarsmıştı. Üstüne üstelik Firavun bu toplantı için uzaktan ve yakından bir çok sihirbaz da davet etmişti. Yani aslında onların hidayet bulmalarına vesile oldu.

Sihirbazların böyle kalabalık bir grup halinde iman etmeleri, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya teslim olmaları tabiki Firavun’un işine gelmedi ve: “Firavun dedi ki: “(Ben) size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphesiz ki bu (yaptığınız), buranın halkını yurtlarından sürüp çıkarmak için (Musa ile beraber) tezgâhladığınız bir tuzaktır. Pek yakında (yapacaklarımı) bileceksiniz/anlayacaksınız.”  [Araf: 7/123]

Firavun yine firavunluğunu yapıyor, nasıl olurda izin almadan iman ederler?? Tağutlar isterlerki, onların izin verdiklerine iman edilsin. Onların izin verdikleri şekilde inanılsın… Ve şöyle dedi: “Kuşkusuz, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip sonra da sizi topluca asacağım.” [Araf: 7/123] Firavun’un bu açık ve korkunç tehdidi, yeni müminleri etkilememiş hatta imanlarını güçlendirmişti. Ve iman gücüyle Firavuna, “Demişlerdi ki: “Seni, bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratan (Allâh’a) tercih etmeyeceğiz. Ne hüküm vereceksen ver! Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.” [Taha: 20/72]

Allâhu Ekber, bu nasıl bir teslimiyet kardeşler… Firavun ve yoldaşları ne ümitle o kadar sihirbaz toplamışlardı ve neye sebep oldular. Beklemedikleri şekilde perişan oldular. Nitekim, zafer Allâhın, rasûllerin ve müminlerindi. Bu yeni müminler günün başında sihirbaz idiler, sonunda ise şehid oldular…

İnananlar…

Yenilgi Firavuna ağır geldi çünkü Firavun kendi düzenlediği yarışmada yenilmişti. Musa aleyhisselâm ise daha bir bilinmiş ve tanınmıştı. Musa aleyhisselâm bir yandan Firavun ve adamlarını hak dine çağırırken, öte yandan kendi milleti olan İsrailoğullarının hayat şartlarının gelişmesi için çalışıyordu. İlahi emirlerin yaşanması için çaba gösteriyordu. Ama milleti Musa aleyhisselâm’a zorluk çıkardıyorlardı, bi Firavun ve  adamlarına bakıyorlar bir de kendi hayat standartlarına bakıyorlardı ve aradaki farkı mesele yapıyorlardı. “Demişlerdi ki: “Sen gelmeden önce de eziyet görüyorduk; sen geldikten sonra da eziyet görmeye devam ediyoruz!” Demişti ki: “(Böyle düşünmeyin!) Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve sizi yeryüzünün halifeleri (onların yerine geçen yöneticileri) kılar. Böylece sizin nasıl işler yapacağınızı gözler.” [Araf: 7/129]

Musa aleyhisselâm, kardeşi Harun aleyhisselâm ile birlikte Allâh Subhanehu ve Teala’dan yeni bir emir aldı: Biz Musa’ya ve kardeşine şöyle vahyetmiştik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi (içinde namaz kılınan) kıblegâh hâline getirin. Namazı dosdoğru kılın. Müminleri de müjdele.” [Yunus: 10/87] Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’a ikinci defa namazı emretti. Daha önce risalet verildiğinde’de Allâh Subhânehu ve Teâlâ namazı emretmişti: “Ben, seni seçtim. Vahyedilene kulak ver. Şüphesiz ki ben, Allâh’ım. Benden başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Bana ibadet et. Beni zikretmek için namaz kıl.”  [Taha: 20/13-14]

Beddua ve Beddua’nın Kabul Oluşu…

Musa aleyhisselâm, kendisine bir türlü iman etmeyen, iman edenleri rahat bırakmayan, fakat dünyevi bir çok üstünlüklere sahip olan Firavun ve adamları hakkında beddua etti: “Musa demişti ki: “Rabbimiz! Sen Firavun’a ve ileri gelen çevresine dünya hayatında bir süs ve mallar verdin. Rabbimiz! Yolundan saptırsınlar diye mi (bunları verdin)? Rabbimiz! Onların mallarını silip süpür ve kalplerini öyle bir sıkıp mühürle ki can yakıcı azabı görünceye dek iman etmesinler.” [Yunus: 10/88] Allâh Subhânehu ve Teâlâ katında, rasûllerin duaları kabul olunurdu, oldu da… “Allâh buyurdu ki: “Muhakkak ki siz ikinizin duası kabul oldu. Öyleyse dosdoğru olun ve bilmeyenlerin yoluna uymayın sakın.” [Yunus: 10/89]

İmansızlığın getirdikleri

Duanın kabul olduğunun ilk belirtisi ve iman etmeyişinin cesazı olarak Mısır’a ilk kuraklık verildi. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu: “Andolsun ki biz, Firavun ailesini düşünüp öğüt alırlar diye uzun yıllar kıtlık ve meyvelerden eksiltme ile imtihan ettik.” [Araf: 7/130] Kuraklık, beraberinde kıtlık getirmişti. Mısır gibi verimli topraklarda bu gerçekten korkunçtu.. Bu Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın kanunuydu. İlk önce uyarılırdı, bu en kötü ve günahkar millet olsa bile öyleydi. Önce uyarılır daha sonra cezalandırılırdı.

“Onlara bir iyilik geldiğinde: “Biz bunu hak ettik.” derlerdi. Başlarına bir kötülük geldiğinde: “Musa’nın ve beraberinde olanların uğursuzluğudur.” (derlerdi) Dikkat edin! Onların uğursuzluk (saydıkları musibetlerin tamamı) Allâh katındandır. Fakat onların birçoğu bilmezler.” [Araf: 7/131] Firavun ve yandaşları  bir iyiliğe kavuşunca kendilerinden bildiler ve ne zamanki başlarına bir musibet gelse bundan Musa aleyhisselâm ve inananları sorumlu tuttular. Kendilerini düzeltmek yerine, kızdılar, bunalıp bağırdılar ve sonunda: “Demişlerdi ki: “Bizi büyülemek için ne ayet/mucize getirirsen getir, yine de sana iman etmeyeceğiz.” [Araf: 7/132]

Artık bunu da dediler ya kardeşler, bunlar hem iman etmiyorlar hem de küfürlerinde inad ediyorlar.. Çünkü küfürde inad etmek, ısrarcı olmak belaya davetiye çıkartmaktı. “(Bunun üzerine) ayrı ayrı ayetler/mucizeler olan tufan, çekirge, (bit, pire, böcek vb.) haşerat, kurbağalar ve kan yolladık üzerlerine. Yine büyüklenip kibre kapıldılar ve suçlu günahkâr bir toplum oldular.” [Araf: 7/133]

Sekiz gün, geceli-gündüzlü şiddetli bir karanlık içinde kesintisiz yağmur yağmış, kimse evinden çıkamamıştı. Öyle bir sel suları evlerine dolmuş, boğazlarına kadar su içinde kalmışlardı. Mü’minlerin evlerine hiç bir şey olmamıştı. Artık dayanamayıp Musa aleyhisselâm’a gelip, “Ey Musa! Senin yanında bulunan (Allâh’ın) ahdiyle bizim için Rabbine dua et. Bu azabı bizden giderirsen, andolsun ki sana iman edecek ve İsrailoğullarını seninle beraber yollayacağız!” demişlerdi. [Araf: 7/134] Musa aleyhisselâm onlar için dua etti ve sular çekildi. Suyun çekildiği yerlerde öyle bir ürün bitmiştiki, bu defa da “bizim korktuğumuz şey, bir musibet değil, hakkımızda bir hayırmış” diyerek yine iman etmediler.

Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ üzerlerine çekirgeler gönderdi, bunlar ekinlerini, meyveleri hep yediler ve evlerine, tavan aralarına hatta elbiselerine kadar sardı. Yine Musa aleyhisselâm’a gelip yalvarıp feryat ettiler. Musa aleyhisselâm onlar için dua edince, Allâh Subhânehu ve Teâlâ bir rüzgar gönderdi, çekirgeleri sürüp denize döktü. Bu defa da, geride kalan ürünlere bakıp “eh, bu kalan bize yeter” dediler ve yine iman etmediler.

Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ, haşeratı gönderdi. Çekirgeden kalan ürünleri ve meyveleri yediler. Elbise ve derilerine kadar girdi, hatta derilerini emmeye başladı. Ve yine Musa aleyhisselâm’a geldiler, ve Musa aleyhisselâm üçüncü defa onlar için Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya dua etti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ için hiç birşey zor değil, haşeratı def etti. Firavun ve milleti, yine Musa aleyhisselâm’a inanmadılar, yine uslanmadılar ve şöyle dediler: “Artık senin bir sihirbaz olduğuna hiç bir şüphemiz kalmadı.”

Bunun üzerine deniz tarafından gayet yoğun bir karaltı çıkmış ve başlarına kurbağalar yağmaya başlamıştı. Heryer kurbağa ile doldu. Herhangi bir örtüye veya yiyeceğe el uzatsalar, kurbağa çıkar, ağızlarına ve burunlarına atılırdı. Firavun ve milleti Musa aleyhisselâm’a yine yalvardılar, Musa aleyhisselâm dua etti. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm’ın duasını kabul etti. Göndermiş olduğu bir yağmurla kurbağları sürüp denize döktü. Firavun ve milleti yine iman etmediler…

Bunun üzerine Allâh Subhânehu ve Teâlâ kan gönderdi. İçecekleri, kullanacakları sular kan oluverdi. “Onlara gösterdiğimiz her ayet, (bir önceki) kardeşinden daha büyüktür. Belki (hakka) dönerler diye, onları azapla yakalayı verdik.”  [Zuhruf: 43/48] Bütün bu yaşanan imtihanlar Firavun ve milletinin hidayeti, gerçeği kabullenmeleri içindi…

Denize Doğru…

Bu kadar bela ve imtihana rağmen ne Firavun ne de milleti iman etmediler. Aynı zamanda Musa aleyhisselâm ve müminlere eziyet etmekten, baskılarını artırmaktan vazgeçmediler. Bir de yandaşlarına, müminlere karşı tedbirli olmalarını söylüyorlardı. Bu zamanda da aynı değilmi kardeşler? İnsanları bizlere, muvahhidlere karşı uyarıyorlar. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: “(Onlar şöyle propaganda yapıyorlardı:) “Şüphesiz ki bunlar, azınlıktır. Ve kuşkusuz, bize karşı öfke beslemekteler.” [Şuara: 26/54-55] Musa aleyhisselâm’da onları uyararak: “Allâh’a karşı üstünlük taslamaya kalkmayın. Gerçekten size apaçık bir delil getirdim. Ve ben, beni taşlayıp kovmanız (ihtimaline karşı), benim ve sizin Rabbiniz olan Allâh’a sığındım. Şayet bana inanmayacaksanız, benden uzak durun.” [Duhan: 44/19-21]

Firavun ve adamlarının ıslah olmaz hallerini görüp, artık kendilerinden ümit kesen Musa aleyhisselâm “Rabbine dua etti: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu günahkâr bir topluluktur. (Allâh dedi ki:) “Kullarımla gece yola koyul. Siz takip edileceksiniz.” [Duhan: 44/22-23] Bunun üzerine Musa aleyhisselâm ile İsrailoğulları hazırlanıp gece Filistin’e doğru yola koyuldular. Mısırı, yani doğdukları toprakları terk ediyorlardı… Yani Allâh Subhânehu ve Teâlâ için hicret yorlardı. Musa aleyhisselâm diğer rasûl kardeşleri gibi hicret sünnetini ihya etti…

Firavun, Musa aleyhisselâm ve müminlerin Mısır’dan çıkmak üzere olduklarını duyunca derhal takibe başladılar. “Güneş’in doğmasıyla, (Firavun ve ordusu) onların peşine düştü. İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın arkadaşları: “Kesinlikle biz yakalandık.” demişlerdi. Demişti ki: “Asla! Rabbim benimle beraberdir ve mutlaka bana yol gösterecektir.” [Şuara: 26/60-62] Musa aleyhisselâm’ın milleti Firavun ve yandaşlarını görünce bir an endişeye kapıldılar.. Musa aleyhisselâm derhal onları yatıştırdı ve Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın onlarla beraber olduğunu hatırlattı.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, Musa aleyhisselâm ve onunla beraber olan müminlere yardım etti: “Musa’ya: “Asanı denize vur!” diye vahyetmiştik. (Asasını vurdu) ve deniz yarıldı. Her bir parçası büyük bir dağ gibiydi. Diğerlerini (Firavun ve askerlerini) de oraya yakınlaştırdık. Musa’yı ve beraberinde olanların tümünü kurtardık. Sonra diğerlerini (denizde) boğduk. Şüphesiz ki bunda, (Allâh’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.” [Şuara: 26/63-67]

Subhanallâh! Kardeşler, Allâh Subhânehu ve Teâlâ yüce kitabında kendine iman eden kullarını nasıl kurtardığına bir bakın: Musa aleyhisselâm Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın emriyle asasını denize vuruyor ve koskoca deniz ikiye yarılıyor.

Sonra Allah Subhânehu ve Teâlâ, Fravunun o dehşetli  anda ne yaşadığını bizlere bildiriyor: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları takibe koyuldu. Nihayet boğulma hâli onu yakalayıverince: “İsrailoğullarının inandığı (gibi) O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah olmadığına inandım. Ve ben Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle (Allâh’a) yönelen kullardanım.” demişti. [Yunus: 10/90] Boğulma hali Firavunu yakalayınca, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birliyor ve şirki terk ettiğini iddia ediyor…  Musa aleyhisselâm ve arkadaşlarının gözü önünde ordusuyla birlikte, denizde gözden kayboluyor.

Son nefesinde teslim oluşu ona bir fayda sağladımı? Allâh Subhânehu ve Teâlâ bu sorumuzu yüce Kitabında şöyle bildiriyor bizlere: “(Demek) şimdi ha! (Oysa) daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.” [Yunus: 10/91]

Müminler kurtulmuştu, kafirler ise boğulmuş, helak olmuşlardı…

Hatime

Ulu’l-azm rasûllerin üçüncüsü olan Musa aleyhisselâm’ın, doğumundan başlayarak ne kadar imtihanlara maruz kaldığını, yerinden yurdundan kaçmak zorunda kaldığını, risaletini ve mucizelerini, Firavun ve yandaşlarıyla olan mücadelesini hep beraber okumuş olduk… Bir sonraki yazımızda, Rabbimiz nasip ederse Musa aleyhisselâm’ın tevhid mücadelesinin ikinci kısmını yani kavmi ile olanı okuyacağız. Musa aleyhisselâm’ın yapmış olduğu dua ile bu yazımı sonlandırmak istedim, “Rabbim! Bana indireceğin her türlü hayra muhtacım.” [Kasas: 28/24]

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya mahsustur. Salat ve selam nebilerin sonuncusu Muhammed sallAllâhu aleyhi ve selam ve bütün nebilerin üzerine olsun.

Ümmü Musab

İktibas Yapacakların Dikkatine!