En güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allâh’ın ismiyle… İblis Kıssası ve Irkçılık İblis Kıssası ve Irkçılık İblis Kıssası ve Irkçılık
Bizlere sayısız nimetler bahşeden er-Rezzak ve el-Kerim olan Rabbimize hamdolsun. Salât ve selâm, rehberimiz, önderimiz Nebimiz aleyhisselâm’ın ve O’nun pak âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Rahmân’a şükürler olsun, ‘kıssalar ve hikmetler’ köşesinde tekrar birlikteyiz. Irkçılığın arttığı, cahiliye taassubu ve tarafgirliğin gün yüzüne çıktığı bir dönemde yaşamaktayız. Nebimiz aleyhisselâm’ın ayaklarının altına aldığı bu cürüme düşmemek için ırkçılık kavramı güzel bir şekilde anlamamız gerekir. Rabbimizin izni ile bu yazımızda Âdem aleyhisselâm ve iblis kıssasından bir kesit sunarak, ırkçılığı anlamaya çalışacağız. Gayret bizden, yardım ve başarı Allâh’u Teâla’dandır. İblis Kıssası ve Irkçılık İblis Kıssası ve Irkçılık
İlk olarak “ırk, ırkçılık ve asabiyet” kelimelerinin hangi anlamlara geldiğini inceleyelim. İblis Kıssası ve Irkçılık
Irk ve Irkçılık Kavramı
“Irk” kelimesi Arapça’da “kök, bitkinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata ve kafa” gibi anlamlara gelmektedir. Arap edebiyatında ise ırk kelimesi “soy üstünlüğü ve asâlet” anlamlarında kullanılmaktadır.
Türkçe’de ise aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları “ırk” kelimesiyle ifade edilmektedir. Benzer manada “nesil, nesep, zürriyet, soy ve sülâle” gibi başka kelimeler de kullanılmaktadır. Toplulukların kalıtımla geçen bazı özellikleri nedeniyle farklılaştığını, bu farklılıkların onlar arasında statü ve değer farklarına da yol açtığını ileri süren akıma ise “ırkçılık” denmektedir.
Irk kavramının Arapça’daki “kafa” veya “baş” kelimelerinden türemesi ise oldukça manidardır. Zira modernleşme döneminin zirvede olduğu yıllara tekabül eden yirminci yüzyılda üstün Avrupa topluluğuna ait saf ırk araştırmaları özellikle fiziki antropoloji üzerine çalışan bilim insanlarının öncülüğünde bütün dünyayı sarmıştır. Kafatası ölçümleri ve şekilleri, hangi ırkın en üstün olduğuna yönelik teoriler bu dönemde en çok tartışılan konular arasında yer almıştır.
Asabiyet Kavramı
Arap câhiliyesinde, aralarında baba tarafından kan bağı bulunan akrabaların oluşturduğu topluluğa “asabe” denilmektedir. Bu topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan ve herhangi bir dış tehlikeye karşı koymak veya saldırıda bulunmak söz konusu olduğunda bütün topluluk üyelerinin harekete geçmesini sağlayan birlik ve dayanışma ruhuna da “Asabiyet” denilmektedir. “Asabiyet” çağdaş bir kavram olan “ırkçılığın” anlam genişliğinden uzak olup, genellikle kabilecilik çerçevesinde bir içerik taşımaktadır.
Sadıku’l mesduk olan Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem ırkçılığı şöyle tanımlamıştır: Vasile b. Eska radıyallāhu anh’ın kızı, babasını şöyle derken işittiğini anlatıyor: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e, ‘Ya Rasulullah! Irkçılık nedir?‘ diye sordum. Şöyle buyurdu: ‘Zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır.'” [Ebû Dâvûd]
Irkçılığı daha iyi anlayabilmek için iblis kıssasını mercek altına alalım.
İlk Irkçılık ve Şeytan
Yaratılış özelliği ile kendisini ilk üstün gören, kovulmuş ve lanetlenmiş şeytandır. Bu anlamda şeytan ırkçılığın öncüsüdür. Nitekim âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur.
“(Allâh) buyurdu ki: “Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan nedir?” Dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten, onu topraktan yarattın.” [A’râf: 7/12]
İblis kendisinden sonra geleceklere böyle kötü bir çığır açmıştır. İblisi ırkçılığa iten ise yanlış kıyastır.
İmam Kurtubî rahimehullâh “el-Câmiʿ li-Aḥkâmi’l-Ḳurʾân” adlı eserinde âyeti kerime ile ilgili şu ifadelere yer vermiştir: “İbn Abbas radıyallāhu anh şöyle demiştir: İlk kıyas yapan iblistir ve yanlış kıyas yapmıştır. Buna göre her kim dinde yalnızca kendi görüşüne dayanarak kıyas yapacak olursa, Allâh’u Teâla onu iblis ile birlikte koyar.
Hakimler şöyle demişlerdir: Allâh’u Teâla’nın düşmanı, ateşin çamura üstünlüğünü iddia etmek bakımından hataya düşmüştür. Her ne kadar her ikisi de yaratılmış ve cansız olmak bakımından aynı derecede bulunsalar bile, çamur dört bakımdan ateşten daha üstündür:
- Sağlamlık, sükûn, vakar, temkin, hilm, haya ve sabır çamurun özünden gelir. İşte kendisi için takdir olunmuş mutluluktan ayrı olarak, Âdem’i tevbeye, alçak gönüllülüğe, yalvarıp yakarmaya iten sebep budur. Bunun sonucunda mağfirete, seçilmişlîğe ve hidayete mazhar olmuştur.
Hafiflik, serkeşlik, keskinlik, yükselmek ve kararsızlık da ateşin özündendir. İşte kendisi için takdir olunmuş bedbahtlıktan ayrı olarak, iblisi büyüklenmeye ve bunda ısrar etmeye iten sebep budur. Bunun sonucunda ise o, helake, azaba, lanete ve bedbahtlığa hak kazanmıştır. Bu açıklamaları el-Kaffal yapmıştır.
- Rivayetler, cennetin toprağının hoş kokulu misk olduğunu ifade etmekle birlikte, cennette ateş bulunduğunu, cehennemde de toprak bulunduğunu ifade etmemektedir.
- Ateş azaba sebeptir. Ateş, Allâh’u Teâla’nın düşmanlarına azabıdır. Toprak ise azaba sebep değildir.
- Çamurun ateşe ihtiyacı yoktur. Ama ateşin bir mekâna ihtiyacı vardır, onun mekânı da topraktır.
Bu hususta beşinci bir sebep daha zikredilebilir, o da toprağın hem secde yeri, hem de temizlenme aracı olduğudur. Sahih hadiste ifade edildiği gibi. Ateş ise, korkutma ve azap aracıdır. Nitekim yüce Allâh’u Teâla şöyle buyurmaktadır:
“İşte Allâh bununla kullarını korkutuyor.” [Zümer: 39/16]
İbn Abbas radıyallāhu anh da der ki: iblise itaat, kıyastan daha çok yakışırdı. Fakat o itaat yerine isyan etti. Sırf kendi görüşünden hareketle ilk kıyas yapan kişi odur. Nassa muhalefet halinde kıyas reddolunur.”
İblis, Allâh’u Teâla’nın emri karşısında bâtıl bir kıyas yaparak aklı işin içine karıştırdı. Rabbimizin hükmünü beğenmemesi onu ırkçılığa sevk etti. Halbuki kulluğun gereği bu değildi. Kulluk, kulun Rabbini tevhîd ile birleyip daha sonra emirlerine karşı aklı işin içine karıştırmadan şeksiz ve süphesiz mutlak teslim olmaktı.
Ayrıca tutarlılık açısından bakıldığında ise ırkçılık yapan bir insan, iblisten daha aşağı bir durumdadır. Nitekim iblisin yaratılış aslı ateş, insanın ise toprak iken iblis bunu üstünlük sayarak, ırkçılık yapmıştı. Oysa insanların hepsi aynı asıldan yani topraktandır. Irkçılığın özündeki bu tenakuzu birçok açıdan ele alabiliriz. Sırasıyla inceleyelim.
Irkçılığın Çelişkileri
- İnsanı yaratan Allâh’u Teâlâ’dır. İnsanın hangi ırktan olacağı hususunda kendi tercihi ve çabası yoktur. Irkımızı belirleyemediğimiz gibi, soyumuzu, aşiretimizi ve ailemizi de biz belirleyemeyiz. Bu bağlamda gerçekleşmesinde hiçbir katkımızın olmadığı bir şey ile övünmenin mantıklı hiçbir tarafı olamaz.
Burada Ümmetçiliğin, milliyetçilikten üstünlüğü de ortaya çıkmaktadır. Çünkü insan, dünyaya geldikten sonra özgür iradesi ile dilediği ümmete katılabilir. Binaenaleyh insan iradesi ile tercih ettiği bu mensubiyet ile övünebilir. Ama tercihi kendisine ait olmayan ırkla övünmek anlamsız ve tutarsızdır.
- İnsanoğlunun yaratılış aslı birdir. Hadisi şerifte de belirtildiği üzere Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Siz hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır.” [Tirmizi]
O halde bir aslın farklı kollarının üstünlüğünün hücceti nedir? Hüccet yoksa (ki yoktur) o halde herkes Âdem’dendir ve yaratılış bakımından eşittir.
- Kozmopolit halkların birbirine karıştığı yerlerde özellikle saf bir ırk bulmak imkânsızdır. Günümüzde kendini üstün bir ırka nispet edenler şayet on kuşak geri gitseler asıllarının kimlere dayanacağı meçhuldür. Bu belirsizlik, üstünlük iddiasının geçersizliğine bir başka delilidir.
- Bütün ırkların üstünlük iddiasında bulunması halinde ortaya çıkacak sonuçlar da, bu düşüncenin çarpıklığını göstermesi açısından elzemdir. Bunun neticesinde ırkının üstün olduğu iddiasında bulunan herkes diğerlerinden itaat ve bağlılık isteyecek ve bu da dünyada sonu gelmeyen savaşlara yol açacaktır.
Meşru Olan Kavim Sevgisi
İslâm, meşru ölçüler içerisinde olmak kaydıyla kişinin kendi kavim ve kabilesini sevmesini caiz görmüştür. Dinimiz tarafından yasaklanan ise kendi ırkını, diğer ırklardan üstün ve ayrıcalıklı görerek soyunu ve nesebini övünç kaynağı kılmaktır. Kavmini sevmekle, ırkçılık davası gütmek ayrı şeylerdir. Nitekim Nebimiz aleyhisselâm’a, “Yâ Resûlallah! Kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık sayılır mı?” diye sorulmuş ve o, “Hayır. Lâkin ırkçılık, kişinin kendi kavminin haksız davranışına arka çıkmasıdır.” [İbn Mâce] şeklinde cevaplamıştır.
Her insan kavmini ve akrabasını sever, onların başarılarıyla gurur duyar, onlara iyilik ve ihsanda bulunur. Çünkü bu, insanın fıtratında olan bir duygudur. Mekke’den ayrılarak Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Sevgili Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem yıllar sonra Mekke’nin fethinde, “(Ey Mekke!) Vallahi sen, Allâh’ın arzının en hayırlısı ve bana, Allâh’ın arzının en sevimlisisin. Senden çıkarılmış olmasaydım, vallahi seni terk etmezdim.” [Tirmizî] buyurarak doğup büyüdüğü beldeye duyduğu sevgiyi dile getirmiştir.
İslâm, ırkçılık anlayışını yasaklamış ancak kişinin soy ve akrabalarıyla ilişkisini kesmesini de hoş görmemiştir. Sıla-i rahim anlayışına sahip olan dinimiz, akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmayı teşvik etmiş, soylarıyla bağlarını koparanları ise yermiştir. Kişinin kendi milletini ve kabilesini sevmesini meşru kabul eden ve “Sizin en hayırlınız, günaha girmemek şartıyla yakınlarına arka çıkanınızdır.” [Ebû Dâvûd] buyuran Nebimiz aleyhisselâm, bir kimsenin kendisini öz babasından başkasına nispet etmesini ve onlardan olmadığı hâlde kendisinin bir kavme mensup olduğunu iddia etmesini de yasaklamıştır. Bununla birlikte, kişinin kendi akrabalarına, kabilesine veya aşiretine körü körüne arka çıkmasını veya kabilesine/aşiretine mensup insanları kayırmasını yasaklamıştır.
Irkçılığın Alâmetleri
- Kişinin kendi kavmini üstün görmesi veya başka bir kavmi küçük görmesidir.
- Kişinin haksız olduğunu bildiği halde kendi kavminin yanında olması ve onları savunmasıdır. Konuya ilişkin Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Irkçılık, kişinin zulümde kavmine yardım etmesidir.” [Müslim]
- Kişinin müşrik ve zalim atalar ile övünmesidir. Bu hususta Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethinde insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allâh cahiliye devrinden kalma kibir ve böbürlenmeyi, babalar ve atalarla övünmeyi sizden gidermiştir. İnsanlar sadece iki gruptur; ya takva sahibi bir mümin yahut da fısk-u fücur sahibi bir bedbahttır. Siz hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Şu husus iyice bilinmeli ki, bazı kimseler ya ‘cehennemin kömürlerinden bir kömür’ olan bir toplulukla övünmekten vazgeçerler ya da Allâh nazarında ‘burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden’ daha değersiz olurlar.” [Tirmizî]
Irkçılığın Neticeleri
- Bir kimse ırkçılık üzere yaşarsa, cahiliye ölümü üzere ölür. Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Kim ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ırkçılığa destek vererek yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ehlinin ölümü gibidir.” [Müslim]
- Irkçılığa davet eden islâm ümmetinden olma izzetini elde edemez. Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.” [Ebû Davud]
Irkçılığın Toplumsal Yönü
İnsanlık tarihinin başından itibaren ortaya çıkan savaşların kökeninde gerek maddi gerekse manevi üstünlük düşüncesi yatmakta ve ait olduğu ırkıyla övünüp diğer insanları aşağı görmek de savaşların sebeblerinden birini teşkil etmektedir. İslâm ahlâkı ise her zaman Hakk’ın ve haklının yanında olmayı şiar edindiği için aynı soydan veya ulustan olsa dahi haksızlık yapan kişileri desteklemez.
Asabiyet ve ırkçılık davası gütmek; şeytanın adımlarını takip edip Nebimiz aleyhisselâm’ın açtığı kutlu yoldan sapmaktır. Ümmeti felâkete götürecek davranışlar arasındadır. Irkçılık hastalığından kurtulmanın yollarını, dinimiz bize göstermiştir. Nitekim Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, ashabın zihin dünyasına üstünlüğün ancak takvada olacağını yerleştirmiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Nebimiz aleyhisselâm veda hutbesinde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın Araba, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” [İbn Hanbel]
Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de de; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allâh yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allâh bilendir, haberdar olandır.” [Hucurat: 49/13] şeklinde ifade edilmiştir.
Allâh’u Teâla katında insanı değerli kılan ve onu ahiret saadetine ulaştıracak olan şey ırkı, kabilesi veya ten rengi değil; bilakis kişinin inancı, ahlâkı, samimi çabası ve yaşama biçimidir. Kim Allâh’u Teâla’a inanır, O’nun emirlerine uyar, yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa, o insan daha üstündür. Nitekim cevamiu’l kelim olan Nebimiz aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kimin ameli kendisini geri bırakırsa; nesebi, soyu sopu onu ileriye götüremez.” [Müslim]
Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil, inanç ve amellerinden sorguya çekileceklerdir. Bedenlerine ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine bakılacaktır. İnsanlar, Allâh’u Teâla’nın huzuruna geldiklerinde herkes kendi ameliyle baş başa kalacak, soy sopun hiçbir önemi kalmayacaktır. “Sûr’a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.” [Mü’minûn: 23/101] âyeti bu hakikati gözler önüne sermektedir.
Yazımızı, Nebimiz aleyhisselâm’ın Ebu Zerr radıyallāhu anh’a yaptığı şu uyarıyla bitirelim. Annesinin ten renginden dolayı kınanan Bilal-i Habeşî radıyallāhu anh, Ebû Zerr radıyallāhu anh’i şikâyet ettiğinde Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ey Ebû Zerr! Sen onu anasının ten renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki hâlâ senin içinde cahiliyye ahlâkı bulunmaktadır” [Buhari]
Nebimizin aleyhisselâm’ın bu uyarısına kulak vererek cahiliyenin bu çirkin ahlâkından sıyrılıp, takva elbisesini kuşanmalıyız.
Duâmız
Rabbim bizleri ırkçılık hasletinden, cahiliye taassubu ve tarafgirliğinden muhafaza buyursun. Allâh’u Teâlâ, bizleri ihsan ilkesi üzerine itaat eden, hakkıyla iman eden, salih amel işleyen, hak ile bâtılı ayırabilecek bir kavrayışla kendisine yönelen, Adn cennetlerinin varisi kıldığı ve razı olduğun muttaki kullarından eylesin. Allâhumme amin.
Velhamdulillah, selâm ve duâ ile…
Alaaddin Cihad